Yine yemyeşil, ama biraz dolambaçlı yollardan, doğal gübre kokulu köylerden geçerek, Struga’ya geldik. Kasabaya girmeden önce yolun sağında, sıkı bir örgütlenmesiyle bilinen din eksenli bir tarikatın yurt dışındaki okullarından birini, Yahya Kemal Koleji’ni gördük.
Önce Resneli Türklerin bize tavsiye ettiği Drim Otel’i bulduk. Drim, Ohrid Gölü’nün (Ohrid diye yazılmasına rağmen Ohri diye okumak gerekiyor) boşaldığı ırmağın adı. Yani Ohri Gölü Drim nehrine akıyor, Drim nehrini besliyor.
Eşim ve oğlum otomobilde kaldı, biz kızımLa otele gidip resepsiyona yöneldik. Bölgenin büyük ve 4 yıldızlı otelinin lobisi oldukça kalabalıktı. Oda olup olmadığını ve fiyatını sorduk. İngilizce anlaşmaya çalışırken, ön bürodan çıkan bir görevli Türk olduğumuzu anlayarak, Türkçe konuştu. 2 oda için 140 Euro istedi. Pazarlıkla 110 Euro’ya indi ama ben yine de otomobildeki eşime danışacağımı söyleyerek, süre istedim ve zaman kazandım. Otelden çıkınca durum muhasebesi yaptık ve önceden internetten isimlerini aldığımız apartlar ve pansiyonlara telefon etmeyi kararlaştırdık.
-BİZ BİZİ ÖNERİYORUZ-
Navigasyon Struga’nın, Ohrid’in sokaklarını göstermediğinden önce telefonla ulaşmamız gerekiyordu. Turkcell hatlı telefon faturamızın kabarık gelmesinin önüne geçmek için, kontörlü bir yerel telefon bulmak üzere, ailece nehir kenarında yürürken, Türkçe konuşarak gezinti yapan Strugalı bir aileye kontörlü telefon nerede bulabileceğimizi sorduk. Kısa konuşmanın ardından sohbet şöyle gelişti:
-Peki bize önerebileceğiniz bir otel, pansiyon var mı?
Ailenin 15 yaşındaki kızı Hayal atıldı.
-‘’Biz varııızzz’’
Kısa bir duraksamadan sonra durumu kavradık. Aile, evlerinin bir odasını pansiyon olarak kiralıyordu. Odayı görmemizi, beğenirsek kalmamızı söylediler. Akşam gezintisine çıkan aile ikiye bölündü, evin annesi Ferhunde Hanım, şehir merkezine 250 metre mesafedeki evine götürdü bizi. Evin bulunduğu sokaklar, evler ve evin içe aynı Bursa’nın eski Otogar ya da Ankara yolunun altındaki mahalleleri ve evleri çağrıştırdı. Dışı sıvanmamış, tuğlaları görünen evin alt kadında iki çek yat, bir de iki katlı ranza konulmuştu. Bağlantılı küçük bir mutfak, bahçeye çıktıktan sonra sağa dönünce girilebilen bir de banyo. Kişi başı 5 Euro’dan günlüğü 20 Euro’ya bir odada kalarak, tasarruf da yapmış olacaktık. Oda standardı ortanın biraz altında da olsa bizi idare ederdi. Önemli olan sıcak su ve temiz yastık, çarşaf bulabilmekti.
Ferhunde Hanım’ın sıcak kanlı davranışı da eklenince burada kalmaya karar verdik ve Ferhunde Hanım’ın eşi Nail Aydarçe ile Drim Otel’in önünde bıraktığımız arabayı almaya gittik.
-AYDERÇE AİLESİNİ ÇOK SEVDİK-
Odaya yerleştikten sonra hemen kendimizi dışarı attık ve Drim nehri kenarındaki cafe, bar ve hediyelik eşya dükkanları arasında turlamaya başladık.
Bu arada sizi iki katlı evlerinin altındaki iki odadan birini bize kiralayan aileyle tanıştırayım:
Nail Aydarçe, bir elektrik-metal fabrikasında çalışıyor. Bir ara serbest ticaret yapmış, bu amaçla İstanbul’a da gelip gitmişama işler iyi gitmeyince yeniden fabrikada bir işe dönmüş.
Eşi Ferhunda Ayderçe 25 yıllık hemşire. Bir ara çalıştığı hastanede başhemşirelik de yapmış ama şimdi diyaliz hemşiresi olarak çalışıyor. Bizim Struga’da kaldığımız 2 gün boyunca Ferhunde Hanım da raporluydu, işe gitmedi yani.
Evin büyüğü Sinem Hanım evli ve bir kızı var. İtalya’da Venedik yakınlarında Treviso College şehrinde yaşıyor. Tatil için anne-babasının yaşadığı Struga’ya gelmiş.
İki numara Cedi. Cedi Ohrid’deki Avrupa Üniversitesi’nde bilgisayar eğitimi alıyor ve 22 yaşında. Avrupa Üniversitesi, bir işhanının üst katında öğrenim veren özel bir üniversite.
Ailenin en küçüğü ise, tavsiye edecekleri bir pansiyon olup olmadığını sorduğuzda, ‘’Biz varııızzz’ diyen Hayal isimli tatlı bir genç kız. 15 yaşında. Hayal Ayderçe, bizim Struga’ya vardığımızın ertesi günü, bir okul gezisi için Türkiye’ye Kefken’e gitti. Sonraki gün Ferhunde Hanım akşam kahvesi için bizi üst kattaki salonda ağırlarken annesine telefon etti Hayal. Boğaz Köprüsü’nden geçiyormuş. Ferhunde Hanım, Hayal’ın Türk televizyonlarından, dizi filmlerden gördüğü İstanbul Boğaz’ını çık merak ettiğini, bu yüzden heyecanlandığını anlattı.
-STRUGA'DA TÜRK TURİSTLER-
Geceyi pansiyonda geçirdik. Sabah pansiyon odasında, Lipton Demlik Poşeti ile çaylarımızı içtik. Kahvaltı yaptık. Kahvaltı için evin hemen karşısındaki bakkala alışverişe gittim. Sokakta oyun oynayan küçük çocuklar vardı. Çingene çocukları… Bakkalsa Arnavut ama Türkçe biliyor biraz da olsa.
Kahvaltıdan sonra görüştüğümüz Ferhunde Hanım, Ohrid ve çevresindeki gezimizde oğlu Cedi’nin bize eşlik edebileceğini söyledi. Memnun olduk tabii. Önce Ohrid Kalesi’ne gittik. Kale’den yürüyerek, çarşıya… Çarşıda küçük bir dükkanda nefis köfteler yedik. Bizden önce lokontada yemek yiyen ve otobüsle tura katılan Ankara ve İstanbullu gruplarla sohbet ettik. Hatta bu grupla Üsküp’teki çarşıda bir kez daha karşılaştık.
-PAZARLIKLA FİYAT İNER Mİ, ÇIKAR MI?
Çarşıda köşedeki küçük bir dükkanda yöresel kıyafet satın almak isteyen eşim ve kızım dükkan sahibi,muhtemelen ortak veya kardeş iki yaşlı kadınla her konuştuklarında fiyatın ineceği yere yükseltildiğini görünce, kızıp, bozuldular ve de kıyafetleri satın almadan dükkandan çıktılar. Pazarlık 25 Euro’dan başlayıp, 40 Euro’ya kadar çıkmıştı sanırım.
-OHRİD'İ MUTLAKA GÖRMELİSİNİZ-
Cedi’nin babası Nail Bey, işe gitmeden önce Cedi’ye bizi Sveti Naum’a götürmemizi söylemiş. Çarşı turundan sonra Sveti. Naum’a gitmek üzere yola çıktık. Ohrid’e 25 kilometre falan ama Cedi hiç gitmemiş Sv. Naum’a. Yolda annesine telefon edip, yolu ve Sv. Naum’u sordu. Sveti Naum da Ohrid Gölü kenarında. Arabadan indiğimizde yağmur yağdı yağacak ve çok serindi. Hırkalarımız yanımızda olmadığından eşim plaj havlusunu omzuna sardı. Burada Ohrid Gölüne akan bir ırmak vardı. Yani Sveti Naum’dan bir ırmak göle akıyor, Struga’da ise Ohrid Gölü Drim ırmağına akıyor. Bir yandan dolup, öte yandan boşalır gibi. Havuz problemleri geldi aklıma. Müthiş güzelliğiyle Ohrid Gölü'nü mutlaka görmelisiniz. Ohrid Gölü'nün kıyısındaki Ohrid, Struga ve Sevi Naum'u da...
Burada da bir Türk turist grupla karşılaştık. GruBun Makedon rehberi park ettiğimiz yerde otomobilimizi görmüş. (Türkiye, 06 tabelalı araba sizin mi) diye sordu. Tabela ile plaka demek istiyordu.
-SARI SALTUK MU, AZİZ NAUM MU?
Rehberi bulmuşken kısaca bilgi de aldık. Ohrid’den Arnavutluk’a geçmenin akıl karı olmadığını, yolun çok kötü olduğunu söyledi. Bedavadan aldığımız bilginin işimize yaradığını, daha sonra Arnavutluk’a geçip bin pişman olanlardan dinleyince anladık. Göl kenarında ahşap bir heykel vardı. Makedonya’da yaşayan Bektaşı Türklere göre bu Bektaşi Babası Sarı Saltuk’muş… Hristiyanlar ise Ortodoks Papazı Aziz Naum’dur. Heykelin hemen arkasındaki manastır ikinci tezi doğruluyor gibi. Bu manastırda Aziz Naum’un yattığına inanan da var, Sarı Saltuk’un yattığına da…
Tekrar Struga’ya döndük. Dönüşte Yahya Kemal Koleji’nin önünde duraklayıp, fotoğrafını çektim.
Akşam Struga’da yeniden Drim nehri kenarına çıktık.. Nehir kenarındaki bir kafede bira içtik. Fiyatlar gayet makul. Türkiye’de hemen hemen bakkaldan alınan bira fiyatından azıcık fazlaydı… Gerçi menünün fotoğrafını burada göreceksiniz. Fikir sahibi olmanız bakımından inceleyebilirsiniz.
-LOKMA TATLISINA BENZER BİR HAMUR TATLISI: DONAT
Drim nehri kenarında yürürken, kaldırımda donut ya da donat satan bir tezgahta makinenin fotoğraflarını çektik. Donatın tadına da baktık. Yağda kızartılan mini donatın (lokma) üzerine pudra şeker ve krem çikolata dökülüp yeniyor. Nefis bir tat.
Akşam kaldığımız pansiyonun aile reisi Nail Bey’le de sohbet ettik. Yahya Kemal Koleji yöneticilerine çok kızgın. Okulun buradaki Türk nüfusa hizmet vermesi gerektiğini. Oysa çok pahalı olduğunu, Türk nüfusun genellikle yoksul olduğunu, bu yüzden okula Türk çocukları yerine varsıl Arnavut ve Makedonların çocuklarının devam ettiğini anlattı.
Nail Aydarçe, Struga’da yaklaşık 50 yıldır her yıl ağustos ayında ‘’Şiir Akşamları’’ etkinliği düzenlendiğini, Türkiye dahil, dünyanın çeşitli yerlerinden gelen ünlü şairlerin kendi dillerinde şiirler okuduklarını anlatarak, bu kültür-sanat etkinliğinden övünerek söz etti. Haksız değil elbette.
Nail Ayderçe kızgın olduğu bir kişinin de İsmet İnönü olduğunu saklamadı. Nedeni de şu: İnönü’nün başbakanlığı döneminde, çok sayıda Türk Yugosyavya’dan Türkiye’ye göç etmiş. Sözüm ona Türkiye, göç eden Türk başına Yugoslavya devletinden para almış. Bu nedenle Balkanlar’da Türk nüfusu azalmış. Bugün seçimlerde Türklerin etkin olamamasının sebebinin İnönü’nün yanlış göç politikası olduğuna inanıyor Nail Aydarçe…
Struga'dan notlarımız daha çok ama sizi sıkmak istemem. Struga notlarını kesip, yerine fotoğrafları konuşturalım değil mi?
Ertesi sabah, yeniden bavulları toplayıp, bir kez daha yola çıkıyoruz. Bu kez istikamet Makedonya'nın başkenti Üsküp... International ismiyle Skopje...
Üsküp'te neler gördüğümüzü, neler yediğimizi, ne gözlemler yaptığımızı merak ediyor musunuz?
Öyleyse notlarımı takip edin. İşlerimden fırsat bulduğum boş zamanlarımda tembellik etmek yerine bilgisayar başına geçebilirsem yazmaya devam edeceğim.
Üsküp'te görüşmek üzere şimdilik hoşçakalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder