Bu Blogda Ara

26 Ağustos 2009 Çarşamba

KOSOVA






POLİSLERLE İLK MUHABBET

Üsküp'ten akşama doğru yola çıktık. Navigasyon'da Prizren'i işaretledik ancak, şehir içinden önce hangi yola dönmemiz gerektiğini de sorarak, kendimizi "duble check'' yaparak garantiye almak istedik. Bir trafik lambasında yanımızda duran otomobilin hanım sürücüsüne sorduk. Kısaca tarif etti. Sonra da İngilizce nereli olduğumuzu sordu. Türk olduğumuzu söyleyince ''Baştan söylesenize'' diye Türkçe karşılık verdi. Otomobili Üsküp plakalıydı ama dikiz aynasına astığı, Türkiye'deki bir siyasi partinin amblemini taşıyan bayrağı görememişiz nedense.

Yol virajlıydı. Fazla hız yapamıyorduk. Ancak bir virajı döner dönmez, 2 polis durmamızı işaret etti. Hepimiz birden "Eyvah" dedik. Çünkü geziye çıkmadan önce turizmci bir ahbabım, "Makedonya'da dikkat et. Polis kıyafeti giymiş soyguncular, pasaportlarınızı alıyor, iade etmek için de yüklü para istiyorlarmış" uyarısında bulunmuştu.

Bizi durduranların gerçek polis mi, soyguncu mu olduğunu anlamak güçtü. Otomobilden kızımla birlikte indik. Polislerden biri elindeki radar kamerasını göstererek, hız sınırını aştığımızı söyledi. İtiraz ettik ve yavaş gittiğimizi söyledik. Önündeki not defterine, burada hız sınırının 50 olduğunu, bizimse 66 kilometre hızla seyrettiğimizi söyledi, pasaportlarımızı istedi. Pasaportlar otomobilin bagajındaki çantadaydı. Hemen vermek istemedik, biraz oyalanır gibi yaptık ama endişeliyik de... Pasaportları arar gibi yaparken, polis nereden gelip nereye gittiğimizi, milliyetimizi, ardından da mesleğimi sordu. Gazeteci olduğumu söyleyince Kosova'da mı görev yaptığımız sordu. Çünkü Kosova'ya doğru gidiyorduk. Türkiye'de görev yaptığımız söyledim. Nedense hemen, "Tamam yolunuza devam edin" dedi. Nedendir bilinmez affedilmiştik. Pasaport çantamızı çıkartmadan hemen otomobile binip, sınıra doğru yola çıktık. Ama artık daha bir dikkatliydik. 30-40-50 kilometre hız sınırlarına uyarak, gideceğimiz yere kimbilir ne zaman varabilirdik. Ama yan koltuktaki hanımın denetimi daha da sıklaştı. Hız sınırı aşmama bir daha asla izin vermedi. Polislerle papaz olmak istemiyorduk.

-TÜRK OLMANIN İTİBARI-

Sınıra vardık. Makedon polisi de, Kosova polisi de, gümrükçüler de, hiç bir zorluk çıkartmadan, bagajlarımızı açmamızı dahi istemeden, hatta pasaportları eline alıp, Ay-Yıldız işaretini gördükten sonra kapağını bile açmadan, yolumuza devam etmemizi işaret ettiler. Zaten gezi boyunca geçtiğimiz 11 ülkede sanırım iki kez Yunanistan'a ilk giriş ile Kosova'dan Karadağ'a girişte arka bagajımızı 10-15 saniyeliğine açmak durumunda kaldık. İlkinde Yunan polisi sigara olup olmadığını sordu, sigara kullanmadığımızı söyleyince bagajı kapatmamızı istedi ve başka zorluk çıkartmadı. Karadağ'daki kadın gümrükçü de bagajı açtıktan hemen sonra "Hepsi kişisel eşyanız mı" diye sorup, olumlu yanıt alınca, bagajı kapatıp teşekkür etti. Otomobilin üstündeki portbagajı bir kez olsun bile açmadık.

Sınırı geçtikten bir süre sonra Kosova'nın başkenti Prişti'ye gitmek yerine, sola doğru direksiyonu kırdık ve Prizren'e yöneldik. Kavşaktaki köprünün ayağındaki yağlı boya yazılar dikkatimizi çekti. Kosova'nın bağımsızlık mücadelesinde Kosova'nın askeri gücü UÇK'nın yanında yer alan NATO VE ABD'ye teşekkür ediyorlardı. Yorum yapmayacağım, yorumu size bırakıyorum.

Bu yazıların fotoğrafını çekmek için arabadan indiğimde sağ arka lambanın yanmadığını fark ettim. İlk durduğumuz yerde, nerede yaptırabileceğimizi sorduk. Olumsuz yanıt aldık. Polis sorarsa ne diyeceğimizi sorduk.Bir benzinci, 'Lambanın patladığını yeni fark ettik. İlk fırsatta yaptıracağız" dersiniz, seslerini çıkartmazlar yanıtını verdi.
Aman aman... Polislerle muhatap olmaktansa, her şeyimiz dört dörtlük olsun. Kimin ne diyeceği, nasıl davranacağı belli olmaz, öyle değil mi?

Hiç yorum yok: