Bu Blogda Ara

24 Ağustos 2013 Cumartesi

KARAVANLA 40 GÜNDE AVRUPA TURU (11)


VİYANA KAPILARINDAYIZ

Gyor'de fazla oyalanınca, yola çıkmak için hayli vakit kaybettik. Gyor Macaristan'ın Avusturya sınırında. Gyor'den Viyana'ya yolumuz 125 kilometre. Otomobille 1 saatte alınabilecek bir yol. Ama biz karavanlarla 90 kilometreden fazla hız yapmamaya çalışıyoruz. Sık sık da durunca 1 saatte alınabilecek yolu 2-3 saatte ancak gidiyoruz.

Avusturya sınırında ilk işimiz Vinyet satın almak oldu. 2009'daki otomobille çıktığımız Avrupa gezisinde Avusturya polisinin önümüzü kesip, 120 Euro cezayı şakır şakır tahsil ettiğini unutmak mümkün mü? Avusturya'da vinyet meselesinin hiiiç ama hiç şakası yok. Sınırdan girer girmez vinyet (otoban kullanımı karşılığı satın alınan yapışkan pul) alıp, aracın ön camına yapıştırmazsanız, polis bu durumu hemen fark edip, peşinize takılıyor, ilk müsait yerde sağa çektirip doğrudan ceza kesiyor. Cash mi, kredi kartı mı diye soruyor, o kadar. Hiç kaçarınız yok. Vinyet almamanın cezası 120 Euro. 2009'da bu ceza içimize oturmuştu. Tekrar aynı hataya düşmenin manası yok.

Avusturya sınırındayız. 

Viyana yolculuğu da 2 saatten fazla sürdü. Viyana girişinde otobandan bağlantı yoluna girdik. Ben öndeyim, Yavuz Bey arkada, arada bir hızını iyice düşürüyor. Ne olduğunu merak ettim ama merakım az sonra giderildi.

Yavuz Bey telsizden anons etti.

Üstat, arabada titreme sesi var. Bir arıza var gibi ama yoldan mı kaynaklanıyor acaba?

Aşırı sürat yapılmasını önlemek amacıyla yola enine tırtıklı çizgiler çekmişler. Arabalar titreyerek gidiyor ama yol sathındaki enine tırtıklar, gözle pek de fark edilmiyor nedense. Antalya'da da benzer uygulama olduğundan tecrübeliyim. Bu tırtıklar hem yağışta araçların kaymasının önüne geçiyor, hem sürücüleri gaza basmaktan alıkoyuyor, hem de fren yapıldığında araçların kaymasına mani oluyor.

Yavuz abi merak edecek bir şey yok. Yol yüzeyinde tırtıklar var. titreme ondan kaynaklanıyor. Araçta arıza falan yok.

Yavuz abi rahat bir nefes almış olmalı.

Kent merkezine girdik. Park edecek, geceyi geçirecek uygun bir yer arıyoruz. Ama nafile. Kent merkezinde, tarihi binalara da yakın bir yerde geniş bir otopark gözümüze çarpıyor ama girişine kocaman bir tabela koymuşlar. Karavan resminin üzerine çapraz bir çizgi çekerek, karavanların park etmesinin yasak olduğunu ilan etmişler.

Halbuki, karavanlar için cillop gibi bir yerdi. Yasaklara uymak gerek.

Kent merkezindeki ana caddelerden geçerek, nehir kıyısına indik. Orası mı, burası mı derken uygun bir yer bulamadık.

Gire gide şehir dışına doğru çıktık. Aslında karavan parka girmemiz gerekiyor ama Yavuz abi, vaktin geç olduğunu, gecelemek için para ödeyeceğimize sabah erken girip, dolu dolu 24 saat kamptan yararlanmanın akıllıca olduğunu söyledi.

Bu arada etrafımıza dikkatlice bakıp, konaklamak için uygun bir park alanı bulmaya çalışırken, yolun sağında önce Türkçe Gözleme-Yufka  yazılı bir tabela gözüme çarptı, arkasından da başörtülü, her hallerinden Türk oldukları anlaşılan kadınlar gördüm kaldırımda. Bunlar, bu bölgenin Türk mahallesi olduğuna işaret ediyordu.

Telsizden gözlemlerimi Yavuz abiye bildirdim ve ara sokaklara daldık. Hava da kararmak üzere. Derken, iki karavan için birer uygun yer bulduk. Bu sırada, sağa yanaşıp kısa süreliğine park eden otomobildeki Türk genci de burada gece park edebileceğimizi, ancak sabah erkenden hareket etmemiz gerektiğini söyledi. Çünkü sabah park hem ücretli, hem de belli bir saatten fazla süreyle park etmeye müsaade etmiyorlar. Karavanları bıraktığımız sokağın tabelasının fotoğrafını çektim. Rafael Gasse 27 Numara.

K48.3110383
D16.3289449



Zaten sabah karavan kampinge gitmeyi kafamıza koyduğumuzdan burası uygun geldi. Araçları park ettikten sonra yürüyerek, çevreyi keşfe çıktık. Hava karardı ama bazı Türk dükkanları açık. Türklerin çalıştırdığı bir internet kafenin önündeki gençlerle konuştuk. Burası 20. Viyana imiş. Ve Türk mahallesi imiş. Viyana'da mahalle-semt isimleri yok. Mahalleler rakamlarla ifade ediliyor. 4. Viyana, 9. Viyana, 20. Viyana gibi.

Gençlerle sohbetimizde Türkiye plakalı araçlara 27 Euro'dan fazla trafik cezası yazılırsa, Avusturya Polisi'nin bunu Türkiye gümrüğüne gönderdiğini,. ancak daha düşük tutarlı cezalar için bu işlemin yapılmadığını öğrendik.

Karavanlar için park cezası yazılırsa ödemeye niyetimiz yok.

Saat 22.30'a kadar 20. Viyana olarak adlandırılan bölgede kısa bir gezinti yaptıktan sonra karavanlarımıza çekilip, uyuduk. Sabah erken uyandık. Çünkü burası hakikaten dar bir sokak ve uzun süreli parka müsait değil.

Navigasyonlardan en yakın karavan kampingi işaretledik. Donaupark Camping, İn der Au No: 1 Klosterneuburg/Viyana

K48.3110383
D16.3287749

Kampingi bulduk ama resepsiyon henüz açılmamış. Kampingin girişine park ettiğimiz karavanlarda bir süre oyalandık. Resepsiyon görevlisi gelince de giriş yaptık.

Biz, camper artı 3 kişi için 38,12 Euro ödedik. Yavuz Bey biraz daha düşük ödedi ama not almamışım. Sanırım 27 Euro ödedi. Bu kampingte ayrıca internet ücreti yok. Çamaşır makinesinin bir kullanımlık ücreti 3,5 Euro. Duş için de ayrıca ücret talep edilmiyor ve duşta istediğiniz kadar kalabiliyorsunuz.

Bu ne demek şimdi anlatayım: Oslo'da ve daha sonra Amsterdam'da girdiğimiz kampinglerde, duşlar jeton ya da manyetik kartlarla çalışıyor ve su sadece 6 dakika akıyor. 6 dakikada yıkandın yıkandın; yıkanamadın, başın gözün sabunlu çıkarsın dışarı. Hadi duş gür aksa neyse ama su tasarrufu için öyle cılız akıyor ki.

Bir çok kamping de internet için tuzlu ücretler talep ediyor. Hatta Amsterdam'daki kampta, temiz su da ücretli. 60 litresi 50 cent. Parayı atıyorsun, musluktan su akıyor. 60 litre tamamlanınca da kesiliyor. Bir 50 Cent daha atınca su yeniden akıyor.

Gül Hanım iki makine çamaşır yıkadı. Havva Hanım da öyle. Akşama kadar, çamaşır, duş ve dinlenmeyle geçirdik. Dolayısıyla Viyana kent merkezine gitmedik. Uzun turlarda bazen kendimize böyle izin vermek iyi oluyor. Gül Hanım'a yardım ettikten sonra kampı keşfe ve fotoğraf çekme turuna çıktım.

Kampta karavanımıza bayrak asalım istedim ama benim bayrak biraz büyük geldi.



Kampın bir bölümü karavanlara, bir bölümü de çadırlara ayrılmıştı. Ağaçlar yeterince gölge alan oluşturmuş. Tuvalet boşaltma, temiz su ikmal alanları gayet uygun. 



Hemen her ülkeden, Fransa'dan, Almanya'dan, Belçika'dan, İngiltere'den, Hollanda'dan camper, alkovenli ya da çekme karavanlar vardı.


Bulaşık ve çamaşır yıkama üniteleri de benden tam not aldı.

Kamp yeşillikler içinde. Yakında nehir de var. Ama tek sıkıntı sivrisinekler. Orta Avrupa'da en çok yakındığımız, sıkntı çektiğimiz konu sivrisinekler oldu. Sinek kovuzu spreyler falan işe yaramadı.



Bu da Oma ve Opa adlı orta yaşlıca (65-70 yaşlarında) bir çiftin karavanı. Karavanlarına 4 yıldızı layık görmüşler. Bana kalırsa 7 yıldızı çoktan haketmiş bir karavandı.




Yavuz Bey ile bizim karavanın arasına masayı kurduk. Arada rakıladık. Ayrıca  okey oynadık. Kim kiminle eşliydi, kim yendi not almamışım. Tavla oynasaydık, asla unutmazdım.


Akşama kadar kampta vakit geçirdikten sonra, Gül Hanım'la birlikte, yürüyerek kamptan çıktık. Viyana'nın kıyısındaki Klostereneuburg çarşı merkezinde kısa bir tur attık. Burada da karşımıza bir kebapçı çıktı. 30-40 dakikalık yürüyüşün ardından kampa döndük ve uykuya çekildik.

VİYANA'DA 2. GÜN

Viyana'daki ikinci günümüzde öğleye doğru kamptan çıkış yaptık. Yavuz Bey ile önceden yürüyerek çevrede yaptığımız keşif sınrası, kampın hemen yanındaki otoparka karavanları bırakıp, otobüs+metro hattıyla kenti gezecek, akşam da, Prag'a doğru gitmek üzere yola koyulacaktık. Gündüz kent merkezinde olacağımıza göre, kampinge 2. gün için bir ücret ödememize gerek yoktu. Kampingin hemen yanında uygun, ücretsiz otoparklar mevcut. Aslında oralarda da rahatlıkla gecelenebilir. Ancak, bizim çamaşırlar da biriktiğinden, arada bir kamp kullanmak iyi oluyor.

Karavanları bıraktığımız otoparkın koordinatını da not etmişim.

K48.3105567
D16.3287749

Bu arada, navigasyondan aldığım koordinatlarla, daha sonra gezi notlarını yazarken google.maps'ten aldığım koordinatlarda bazı farklılıklar olduğunu gördüm. Ben buraya yine de Navigasyonumuzdan aldığım koordinatları koyuyorum. maps.google'daki mi doğru, benim aldığım koordinatlar mı doğru bilemiyorum. Ama yine de faydalı olacağını düşündüğüm için koordinatları yazıyorum.

238 NUMARALI OTOBÜS

Karavanları park ettikten sonra, kampingin hemen karşısındaki durağa gittik. Aktarma dahil tek gidişlik biletlerimiz aldık ve 238 numaralı otobüsle Metronun U4 hattının son durağı Heiligenplatz'ta indik. Buradan da U4 metroya binerek, Karltplatz'da kadar gidip aktarma yaptık. U2'ye binip, Dom yakınlarında indik.

Dom ve çevresinde gezindik. Bölgenin tarihi ve turistik yerlerini gezdik. Kimilerini çok güzel genç kızların kullandığı faytonlarla şehri gezmeyi planladım. Fiyat sordum 1 saat için 80 Euro'dan söz edince, tabanvaylarla gezmeye karar verdik.

Turistiz biz.

Canımız dondurma istedi. Dondurmacı bir kalabalık, bir kalabalık.3-4 tezgahtar külahlara dondurma doldurmaya yetişemiyor.Bize dondurma veren genç de Türk.

KARAVANLA OKYANUSU AŞMAK

Dondurmalar elde gezinirken, Yavuz Bey'le uzakta 2 karavan fark ettik. Viyana'nın göbeğine park etmişler. Biz 2 gece önce, o kadar yer aramış, uygun park alanı bulamamıştık. Merak bu ya... Gittik, baktık.


O sırada otoparkın hemen yanındaki ışıklı kavşakta alkovenli bir karavan belirdi. Sürücü araştıran, soran gözlerle etrafı inceliyordu. Belli ki park edeceği bir yer arıyor. Elimizle işaret ettik. Bir sonraki ışıklı kavşaktan U dönüşü yapıp geldi.

Bugüne kadar görmediğm türde bir plakası vardı. Karavanın her yanı da rengarenk çıkartmalarla dolu. Karavandan inip, sürücüye park etmesi için yardımcı olmaya çalışan gence sordum.

Where are you from?

Yorgun, bitkin genç yanıt vermek yerine plakayı işaret etti. İyi de koçum, plakadan çözebilsek, nereli olduğunuzu sorar mıydık. Anlamadığımı belirtince söyledi.

Brezilya.

İnanabiliyor musunuz? Okyanus'un öte yakasından ve de epey aşağılardan Güney Amerika'dan kalkıp, Avrupa Kıtası'na gelmişler.


Karavana, arkadan baktık, önüne geçtik. Plakasından hangi ülkeden geldiğini anlayamadık.

Okyanus aşan, yorgun karavan

Hanımlar dondurmalarını bitirmişler, ileride bizi bekliyorlar. Onları daha fazla bekletemeyiz. İnanın, Brezilya'dan gelen karavancıyla sohbet etmek ve hikayelerini dinlemek çok ilginç olacaktı. Zaten bize tercüme yapacak olan Ahmet Yiğit de yanımızda değil. Dondurmasını bitirmiş,. Mc  Donalds'ta hamburger atıştırıyor. Yanımızda olaydı, yorgun karavancılara hiç olmazsa iki soru yöneltirdim. Süoru hevesim ve merakım kursağımda kaldı maalesef.

BUDİST RAHİPLERLE ANI FOTOĞRAFI

Bu arada, parlamento binası önünde biri Antalyalı turist rehberi, digeri Almanya'da yaşayan iki Türk kızkardeşle tanıştık, sohbet ettim. Yine parlamento binası önünde Budist rahiplerle karşşılaştık. Turuncu renkli dini giysileriyle herkesin ilgisini çekiyorlardı. Biz de birlikte fotoğraf çektirmek istedik, kırmadılar.




Budist rahipler Japon turistler gibi fotoğraf çekmeye meraklı.


Rahipler fotoğraf çektirme isteğimize olumlu yanıt verdi.

Havva Hanım'ın yaptığı el hareketinin bir anlamı olabilir mi? Budist mi oldu acaba :)







Gezmekten yorulduğumuzda, kendimizi attığımız parklarda dinlendik. Ama kendimize çekidüzen vererek... Tertipli ve düzenli...Şaka tabii ama aşağıdaki tabelaya bakarsanız, neden şaka yaptığımı anlayabilirsiniz.


Tabela, parkta uygulanan yasakları resimlerle izah etmiş. Yapılmaması gerekenlerin üzerine çarpı işareti konulmuş. Çadır kurmak yasak. Bisiklete binmek yasak. Ateş yakmak yasak. Köpek gezdirmek yasak. Yakar top ya da voleybol oynamak yasak. Çimlere basmak yasak.
Serbest olan tek bir şey var. Çöpe bir şeyler atmak.

Yasakları kim takar. Çime basmak yasak ama tabelaya, çimlere sereserpe uzanıp, güneşlenmek yasak dememişler. 

Epey bir yürüdük. Acıkmıştık. Nord See adlı balık restoranları zincirinin bir şubesi çıktı karşımıza. Oturup, bir şeyler yedik. Nord See'den çıktığımızda hemen sağımızdaki sokakta uzayıp giden bir qazar kurulduğunu gördük. Pazarı gezdik. Satıcıların bir çoğu Türk'tü.




Pazarın en sonundaki bir kafeye oturduk. Garson kız, Bulgaristan Türkü imiş. Kırık Türkçesi ile anlaştık. O sırada kafe sahibinin de Türk olduğunu anladık.

Kahve içmek istediğimizi söylediğimizde kafenin sahibi bize "Meloş" (Melogue-Yazımı tam olarak böyle olmayabilir)  içmemizi önerdi. Öneriye uyduk.
Meloş ya da Melogue bu...

Gül Hanım alışık olmadığı yiyecek ve içeceklere pek sempatik bakmaz. Meloş da nasibini almış görünüyor.


Kafe dediğimiz yer aslında bir nevi büfe. Alkollü içki de satıyorlar. Duty Free'den aldığımız rakılar bitmişti. Yavuz Bey bu kafeden rakı satın aldı.

Bu arada, arka masamızda bir bey rakı-ayran içiyordu. İlgimi çekti, yanına gidip, tanıştım ve sohbete başladım. Bir ara tur operatörlüğü de yapan beyin adı Tek'o Baydar. Evet, yanlış okumadınız; isminde ayraç (apostrof) var. Hikayesini de anlattı. Dedesinin önerisi üzerine "Tek o) anlamında konulmuş ismi. İstanbul Galatasaray Lisesi'nde okurken ismi arkadaşlarınca alay konusu olmuş.

Babasına gidip serzenişte bulunmuş.

-Baba ne diye bana Doğu ya da Güneydoğu'da yaşayanların isimleri gibi, (Reşo, Hamido) gibi bir isim koydunuz. Arkadaşlarım gırgır geçiyor.

Baba, konuyu izah etmiş.

-Oğlum, senin adın Teko değil. Tek o anlamında bir isim. Deden bu manada bu ismi koymamısı istedi. Tek o diye iki ayrı kelime olmadığından nüfus cüzdanına Teko diye yazdırdık.

Durum anlaşıldı. Ama bu durumu herkese tek tek anlatmanın, ayrı ayrı izahatta bulunmanın güçlüğü ortada. Tek'o Baydar, reşit olduktan sonra mahkemeye başvurur ve ismine bir ayraç ekletir ve artık ismi  Tek'o Baydar  olmuştur.

Tek'o Baydar, eğitimli, kültürlü, hayat tecrübesi olan kibar bir bey. Sohbeti de tatlı. Ortak tanıdıklarımız da çıktı. Bana bir dönem Süleyman Demirel Üniversitesi'nin rektörlüğünü yapan Prof. Dr. Metin Baydar'ın yeğeni olduğunu söyleyince, ben tüm bildiklerimi anlattım. Prof. Dr. Metin Baydar'ın menisküs ameliyatları konusunda dünyaca tanınmış bir cerrah olduğunu, Türk sporcuların yanı sıra, yabancı sporcuların da ameliyat için Türkiye'ye gelip, Prof. Dr. Metin Baydar'a gittiklerini bildiğimi anlattım.

Gazetecilik bazen işe yarıyor. Tanıdığınız bir çok kişi, ortak sohbet konuları için malzeme sağlayabiliyor.

Sohbet bitmedi ama kahveler (Meloş) bitti, zaman da kısa. Yolcu yolunda gerek. Metro durağı da hemen yakınımızdaymış. Metrodan U4'e binip, sonra arada 239 numaralı otobüse aktarma yaparak, karavanları bıraktığımız otoparka geldik.l Kampingin otoparka bakan tarafındaki küçük kapı açıktı. Ahmet, kampinge girip bir kez daha duşa girmek istediğini söyledi. Ücretini ödeyip, ayrıldığımız kampingin olanaklarından son kez yararlandık. Biz de tuvaletleri kullandık.

Bu arada bir not vermeliyim. Bilgi açısından. Viyana'da yaygın market zincirlerinden Billa Market'ten ekmek aldık. Nedense biranın fiyatını not etmişim. Heineken 50 cl kutu biranın fiyatı 1,22 Euro. O dönemki kura göre 3,10 TL. Türkiye'den yüzde 25 daha ucuz.

Her neyse, saat 19.40'ta marşa bastık. Hedef Prag. Viyana ile Prag arası otobandan 326, ara yollardan 303 kilometre. Biz, ara yollardan, köylerden, kasabalardan geçen yolu kullanmayı tercih ettik. Bu yolun büyük bölümünde hız sınırı 70 kilometre. Yeşillikler içinde, gidişli-gelişli (Bölünmüş yol değil) güzel bir yol.

Viyana'dan çıktık, hafiften bir yağmur başladı ve daha sonra giderek şiddetlendi. Hava henüz kararmadı. Prag yolundayız...

Prag yolculuğunu, ve gece yarısı saat 02.00'de, kapımızı çalarak bizi uyandıran Avusturya polisiyle diyaloğumuzu bir sonraki bölümde anlatacağım.

Prag'ta görüşmek üzere....

Hiç yorum yok: