Bu Blogda Ara

23 Ağustos 2013 Cuma

KARAVANLA 40 GÜNDE AVRUPA TURU (10)

MACAR DOSTUM İMRE FARKAS'IN JESTİ

Budapeşte turumuzu tamamladık. Gül Baba Türbesi kaldı. Yavuz Bey'le ortak rarar aldık. Gül Baba Türbesi'niatlayacağız. Zaten yorgunluktan öldük, bittik. Bir an önce kendimizi karavanlara atmamız gerek. Sonra da bir sonraki durağımıza doğru yola çıkmak. Yolda karavan kullanırken dinleniyorum. Hakikaten, ne kadar çok yürüdük gezi boyunca. Telefonumun adımsayarı kimi gün 27 bin adımdan fazla yürüdüğümüzü kaydetmiş. Aslında, ayrı bir başlık altında işlemem gereken konuya kısaca değineyim.

Karavan olsun, otomobil olsun ya da başka ulaşım araçlarıyla olsun, başka bir şehri gezmeye gittiğinizde kullanabileceğiniz en iyi araç bisiklet olmalı. Hele de Avrupa ülkelerinde. Yürüyerek, kenti gezmek hem çok zaman alıyor, hem de çok yorucu oluyor. Eşim bisiklete binemediği için bu şansımızı bu kez de kullanamadık. Ama Gül Hanım söz verdi; bir dahaki seyahatimize kadar bisiklete binmeyi öğrenecek.

Ha cesaret Gül Hanım.

Kahramanlar Meydanı'na yakın noktadaki karavanlarımıza ulaştık. Navigasyonları ayarladık. Bu kez hedefimiz Gyor. Gyor, pek de turistik olmayan ya da turistik turlara dahil edilmeyen küçük bir Macar kenti. Avusturya sınırına, Viyana'ya hayli yakın.

Gyor'u ilk kez, Noel Baba Vakfı'nın bir etkinliği dolayısıyla ziyaret etmiştim. Burada harika insanlarla tanıştım. Gyor'deki Noel Baba Vakfı'nın başkanı İmre Farkas, eşi Marian, kızları ve torunları. Bir de Macar dostlarımızla anlaşmamıza aracılık eden, uzun yıllardır Gyor'de yaşayan Zeki Ayana. Zeki kardeşimiz, her Gyor ziyaretimizde bizi ilgiyle karşıladı, hiç üşenmeden her şeyimizle ilgilendi, her an yanımızda bulundu, İmre Farkas ve ailesiyle iletişim kurmamızda tercümanlık yaptı. Zeki'ye keşekkürlerimi buradan da iletmeyi borç biliyorum.

Haa... Zeki, İstanbul Laleli'de satıcılık yaparken tanışmış, Macar eşiyle. Sevmişler, evlenmişler, Gyor'e yerleşmişler. Bu evlilikten dünya tatlısı iki de kızları var. Küçük kızın adı Berşim. Bu ziyaret de o da bir ara yanımıza geldi. Basketbol oynuyor. Boyu babasını hayli geçmiş.

Neyse, oraya geleceğim.

Budapeşte'den yola çıktık. Zeki ile telefonla irtibata geçtik. Gyor'e 1,5 saat içinde ulaşabileceğimizi söyledik. Zeki de, bizi bekledikleri noktanın adresini SMS ile gönderdi. Navigasyona bu adresi girdik. Yolda biraz oyalandık. Gyor'a girdik ve hedefe ulaştık. Zeki ile İmre Farkas yolda bizi bekliyorlardı. Bizim için kente az sayıda bulunan otellerden birinin parka bakan otoparkını ayarlamışlar. elleriyle, işaret ettiler, otoparkın bariyerini kaldırıp, içeri girmemize ve park etmemize yardımcı oldular.

Karavanlardan indik. İmre ve Zeki ile sarmaş dolaş olduk. İmre, beni, eşimi, oğlumu tanıyor ama Yavuz Bey ile Havva Hanım'ı ilk kez görüyor. Ama aynı samimiyet ve özlemle onlara da sarılarak, hoşgeldiniz diyor ve başlıyor makineli tüfek gibi konuşmaya. Onu anladığımızı sanıyor. Araya Zeki girerek, tercüme ediyor söylediklerini.

Bizi hemen otelin altındaki restoranın bahçesinde bizim için hazırladıkları masaya davet ediyorlar.

Hepimizi duygulandıran sürpriz masada. İmre, büyük bir nezaket örneği göstererek, masaya bir Türk bayrağı koymuş. Duygulandık. Hoşumuza gitti. İyi ki, Macaristan'da böyle bir dostumuz var dedik. Aç olup olmadığımızı sordular. Daha sonra yemek yiyeceğimizi söyledik. Birer bira içip, kenti dolaşalım dediler.

İlk işim, hem cep telefonu, hem de fotoğraf makinesiyle masayı, masadaki Türk bayrağını fotoğraflamak oldu.

Ardından, İmre ve Zeki ile ortak dostumuz, Antalya'da yaşayan Muammer Karabulut'u telefonla aradım ve dostlarımızla buluştuğumu haber verdim. Muammer de çok mutlu oldu. İmre'nin Türk bayrağı jestini aktardım. Fotoğrafı hemen facebook'a yüklememi, görmek istediğini söyledi. Öyle yaptım.

Imre'nin (Bizim deyişimizle Emre Paşa) başında bulunduğu vakıf, Gyor'de anne ve babasının boşanması yüzünden depresyona giren çocuklarla i,lgileniyor. İmre bu vakfı, çocuk intiharlarının artması üzerine kurmuş. Vakfın psikolog. sosyal banışman ve psikiyatristlerle ortak çalışması sayesinde Gyor'de çocuk intiharları önemli ölçüde azalmış.

Zeki Ayana. Gyor'deki dostlarımızın başında geliyor.





Biralardan sonra kenti gezmeye çıktık.



Gyor'de konakladığımız otelin bahçesi. 2007'deki Gyor seyahatimde bu otelde kalmıştım.


Gyor yaklaşık 140 bin nüfuslu bir şehir. Küçük ama bir o kadar da düzenli. Tarihi binalar korunmuş ve restore edilmiş. Kışları sert geçen kentte yazları her yer rengarenk çiçeklerle donatılmış. Meydanlar bakımlı ve düzenli.




Osmanlı, iki kez kuşattığı Viyana'yı bir türlü fethedememişti. Osmanlı ordularının Avrupa'da geldiği en batı nokta Gyor. Yani Gyor, bir anlamda Osmanlı'nın "serhad şehri" konumunda.
















İmre Farkas, Gyor'deki bu sokağın, dünyanın en dar sokağı olduğunu söyledi. Gül ile birlikte sokağa girdik, ikimiz anca sıdık. Gerçi, bu gezide ziyaret ettiğimiz Bremen'de de dostumuz Birol Tan, "dünyanın en dar sokağı" diye bize bir sokak gösterdi. Keşke elimde şerit metre olaydı da her iki sokağın enini ölçseydim.

ZİYAFET

Şehri gezdik, dolaştık. Sonra birlikte konakladığımız Rado Setany 1 numaradaki Arany Szarvas Fogado Es Captain Otel'e döndük. 

K47.6960067
D17.6603333

Otelin lokantasında bizim için özel masa hazırlanmıştı. İmre Farkas, bizi en iyi şekilde ağırlamak için elinden gelen çabayı gösteriyor. Yemeğe İmre'nin eşi Marian da geldi. İmre, kuzu, dana, tavuk etinden yapılmış karışık ızgaralar söyledi. Bir de Macarlara özgün turşular. Ben çok beğendim. Özellikle de biber turşusunu. Salatalar da öyle. Etlerin yanında gelen sebze haşlamalar da. 

2009'da otomobille çıktığımız Avrupa turunda Gyor'a yine uğramıştık. dostumuz İmre Farkas o zaman da bizi mükemmel ağırlamıştı. Hatta tarih 21 Temmuz 2009 idi. Dün gibi hatırlıyorum; çünkü evlilik yıldönümümüzdü. O gezide kızımız Gülden Deniz de bizimleydi. İmre o zaman bize geyik eti ısmarlamıştı. Bir de tatlı, kırmızı İtalyan şarabı. Akşam yemeğinin sonunda da İmre'nin jesti. Ateşler içinde bir pastayla, evlilik yıldönümümüzü kutlamıştı İmre... Bu jestler unutulur mu?

İmre de 3 kez Antalya'ya geldi. Birinde Barbara Nagy ile. İkincisinde kızı ve torunu ve Gyor belediye Başkan Yardımcısı i da yanındaydı. Her seferinde onları, Antalya'nın yakın köylerinden Çakırlar'a götürmüştük. Çakırlar'da, köylüler gözleme, bazlama yapıyor. Geleneksel köy pazarı kuruluyor. İmre en çok da içine ıspanak, kaşar, patates konulan tereyağlı bazlamayı sevmişti. 

Bomba... bomba... diyerek, bazlamadan ne kadar hoşlandığını ifade etmişti.

Neyse, yemekler yenildi, içkiler içildi, sohbetler edildi. Harika bir akşam geçirdik. Yemeğe Zeki yalnız geldi. Çünkü büyük kızı kısa süreli çalışma için Avusturya'ya gitmiş, annesi de bu duruma çok üzülmüş.Üzüntüden yemeğe katılamadı.



Bu bina kaç katlı? Zeminle birlikte 3 katlı göründüğü apaçık ortadayken, niye bu soruyu sorduğuma anlam veremediniz elbette. Haklısınız. Ama Yahudilerin ticari zekasından (!) söz edersem, sorunun ne kadar haklı olduğunu anlayacaksınız. Gyor'de emlakçılık yapan Yahudi, Avusturyalı bir zenginin Gyor'den ev almak istediğini öğrenir. Nasıl bir ev aradığına ilişkin bilgileri alır. Avusturyalı zengin, 3 katlı bir ev aramaktadır. Emlakçı, Avusturyalı zenginin istediği özellikle ev bulamaz. Satılık evler arasında 2 katlı olanın Avusturyalı müşterisi için uygun olacağını düşünür ancak tek eksik evin iki katlı olmasıdır. Evin satışının da kısa sürede yapılması gerekmektedir. Hemen işe koyulur ve evi 3 katlı hale getirir. Ön cepheden fotoğraflarını çeker ve Avusturyalı müşterisine gönderir. Avusturyalı zengin müşteri evi beğenir ve satın alır. Ancak, Gyor'e geldiğinde satın aldığı evin ön cepheden göründüğü gibi üç katlı değil, 2 katlı olduğunu fark eder ama iş işten geçmiştir. 

İşte evin yan cepheden fotoğrafı


İşte ev bu. İkinci katın ön cephesi,ne binanın ana bloğuna uygun olarak duvar örülmüş. Önden baktığınızda üç katlı güzel, şirin bir bina. Ama yan cepheden, binanın üç değil, iki katlı olduğu görülüyor. Avusturyalı müşteri, Gyor'e gelip evin üç değil de iki katlı olduğunu gördüğünde kızmış, üzülmüş falan ama duvarı da yıkmamış. Bir süre kullanmış. Sonra da ev Gyor'un simge binalarından biri haline gelmiş. Gyorlüler, dışarıdan gelen konuklarına bu hikayeyi anlatıp anlatıp gülüyorlar. Türkiye'de de ticari başarılarıyla bilinen Yahudiler var. Kayserililer ile Antalya'nın Akseki ilçesinden olanların da ticari zekaları ve başarıları bilinir.

KARAVANDA KAHVALTIDA MİSAFİR AĞIRLAMAK

Lafı dağıttım mı bilmiyorum. Gyor'deki ilk günümüz akşam yemeğiyle sona erdi. Karavanlarımıza çekilip uyuduk. Ertesi sabah için de kahvaltıya misafir çağırdık. İmre, eşi Marian ve Zeki'yi karavanların önünde kahvaltıya davet ettik. Sabah erkenden kalktık. Çünkü kahvaltıya konuklarımız var. Havva Hanım bir yandan, Gül Hanım bir yandan işe giriştiler. Çaylar demlendi. Masalar dışarıya kuruldu. Zeytin, peynir, sucuk, tahin-pekmez. Çaylar da demlendi ama konuklarımız kahve tercih etti. Sözleştiğimiz gibi saat tam 09.00'da İmre, Marian ve torunları Anna ile Zeki geldi. Zeki eşinin Avusturya'ya giden kızının üzüntüsünden ötürü gelemediğini söyleyip, özür diledi. Anna, 8 yaşında. İngilizce öğrenimine bu yıl başlamış. Ama henüz pek bir şey bilmiyor. Yanına resimli bir Macarca-İngilizce kitap getirmiş. Ahmet ağabeyiyle bu kitap aracılığıyla anlaşacağını düşünmüş. Bir ara Anna'nın annesi de, çalıştığı iyyerinden kısa süreliğine izin alıp, kahvaltı yaptığımız yere geldi ama kalamadı. Anna ile birlikte Antalya'ya da gelmişti. Ayak üstü görüştük ve işine döndü. 

Kahvaltıda bol bol sohbet ettik. Anna ile oyunlar oynadık.

Kahvaltıdan fotoğraf çekmemişiz ama kahvaltı mekanımız burası

Kahvaltıdan sonra çerez. Anna bademi, fındığın, Türk çerezlerini çok seviyor.


KAPLICA KEYFİ

Kahvaltının ardından, konakladığımız yerin hemen yakınındaki termal tesise gitmeye karar verdik. İmre de, bir işi dolayısıyla Budapeşte'ye gidip, dönmek zorunda olduğunu söyledi. Biz kaplıcadan çıkıncaya dek, işini bitirim Gyor'e döneceğini söyledi. İşine bakmasını, bizim de Viyana'ya doğru yola çıkacağımızı söyledik ama mutlaka dönmek istediğini söyledi; öyle de yaptı. Yavuz Bey, Havva Hanım, eşim ve oğlum Ahmet yiğit ile kaplıcaya gittik. Hem içeride, hem de kapalı termal havuzlar vardı. 3 saate yakın kaldık kaplıcada. Gyorluler'in yanı sıra, çevre ülke ve kentlerden de kaplıca için gelenler vardı. Güzel bir tesis. İyi vakit geçirdik. 

Kaplıca sefasının ardından karavanlara döndük. Tam da sözleştiğimiz saatte İmre Budapeşte'ye gidip, dönmüş,bizi bekliyordu. Biz de Viyana'ya doğru yola çıkmak için hazırlık yapıyorduk. Ama İmre, öğle yemeği yemeden bırakmayacağını söyledi. Direnmenin manası yok. İmre bu. Yemek yiyeceğiz dedi mi bir yere kıpırdayamazsınız. Bu kez, yine restoranın bahçesindeyiz. Dün akşamki et yemeklerini sevdiğimizden, yine ortaya karışık bol miktarda yemekler, tatlı-tuzlu turşular geldi. Anna sarımsak çorbası içti. Biz de gulash çorbası. Çorba kaseleri öylesine büyük ki, bizim yörede böyle kaplar için öksüz doyuran derler. Gulash çorbası güzeldi ama sarımsak çorbasını daha çok merak ettik. Hepimiz birer-ikişer kaşık Anna'nın sarımsak çorbasının tadına baktık. Herkesin favorisi sarımsak çorbası oldu. Yemeğin ardından İmre torunu Anna'ya bir miktar para verip, dondurma almaya gönderdi. Ahmet Yiğit de, Anna'ya eşlik etti.

Yeterince oyalandık, vakit geçirdik. Artık Viyana için yola çıkma vakti. İmre ve Marian  hepimize sıkı sıkı, sımsıkı sarıldı. Vedalaştık. 

İnsanın, dünyanın her coğrafyasında dostlarının olması ne güzel. Birbirimizin dilini anlamasak da, İmre Farkas ve ailesiyle öyle iyi anlaşıyoruz ki. Demek ki gönüllerin bir olması yeterli. 

İmre'nin Türklere zaten yakın ilgisi var. Türkler ile Macarların aynı soydan geldiklerini sık sık söyler. Hakikaten, İmre'nin konuksevrliği Türkleri aratmıyor.

Zeki'yi de unutmamak gerekir. Her Gyor ziyaretimizde ne işi olursa olsun, bir yana bırakıp, bizimle yakından ilgilenmiştir.

İmre, Marian ve Anna ile vedalaştıktan sonra Zeki de karavanımıza bindi. Temiz su ikmali için Zeki'nin evine gittik. Hortumlarla depolarımızı doldurduk. Zeki'yi yeniden kent merkezine bıraktıktan sonra ver elini Viyana.

Atalarımız iki kez kapılarına dayanmasına rağmen Viya'nayı fethedememiş. Ama Tokmak ailesi olarak, bu bizim ikinci Viyana ziyaretimiz olacak.

Hadi bakalım, Viyana'da bizleri neler bekliyor.

Merak ediyorsanız, bir sonraki bölüme ilişkin gezi notlarını yazmamı bekleyin lütfen. 

Viyana'da görüşmek üzere; hoşçakalın!

Konuyla ilgisi yok ama Gyor sokaklarında rastladığım bu şeyin fotoğrafını çekmeden edemedim.

Bu şey ne ola ki? Bir köpek... Utandım sahibinin fotoğrafını çekmedim. Çekse miydin yoksa?




Hiç yorum yok: