Bu Blogda Ara

23 Ağustos 2013 Cuma

KARAVANLA 40 GÜNDE AVRUPA TURU (9)

Kahramanlar Anıtı'na 700 metre mesafede konakladığımız yerde sabah kahvaltısından sonra, yürüyerek kenti bir kez daha dolaşmaya çıktık. Bu kez, parkın içinden geçerek Kahramanlar Meydanı'na ulaştık. Gece gördüğümüz Kahramanlar Meydanı'ndaki heykelleri bir kez daha inceledik. Daha önce de anlattığım gibi bizim Budepeşte'ye üçüncü gelişimiz. Her gelişimizde bu meydanı gördük. Üçüncü kez görmemizde bir sakınca da yok hani. Budapeşte'yi ziyaret eden tüm turistlerin ilk uğrak yeridir burası.


Kahramanlar Meydanı.(Hösök Tere)
Budapeşte'nin Peşte tarafındaki bu anıt meydanda, Macar tarihinin kahramanlarının heykelleri yer alıyor. Bu kahramanlardan biri de, 150 yıl boyunca Budapeşte'de hüküm sürmüş Osmanlı'ya karşı zafar kazanan Török Verö'nün de 'Türk döven) olarak anılan Haçlı orduları komutanı Hunyadi Janoş'un da heykeli var.

Meydanda kaykay yapanlar kadar, asrın icadı olarak binbir tantanayla piyasaya sürülen ginger ya da zencefil olarak adlandırılan aletle gezenler de var.



Kahramanlar Meydanı'nın iki yanında da iki müze bulunuyor.


Kahramanlar Meydanı'nın ardından, bir gece önce katettiğimiz yoldan yeniden Tuna kıyısına gitmek üzere yürüyüşe başlıyoruz. Türkiye Büyükelçiliği Kahramanlar Meydanı'na çok yakın. Geçtiğimiz bulvarlarda her biri 100-200 yıllık binaların kapıları ve sütunları dikkatimizi çekiyor. Binayı sırtında taşıyormuş gibi tasvir edilen bu tür sanat yapılarına Avrupa'nın bir çok kentinde rastlamak mümkün.

Tuna kıyısına varmadan Bit Pazarı ile karşılaşıyoruz. Yukarıdaki metaryaller, çatalla yapılmış harika şeyler.

Avrupa'nın bir çok şehrinde özellikle hafta sonları bit pazarları kurulur. Bit pazarı gezmek en büyük zevklerimdendir. Gereksiz bir çok şeyin arasında  çok ilginç eşyaları çok ucuza satın alabilirbsiniz. 2002 yılındaki Berlin seyahatimde gezdiğim bir pit pazarında kocaman bir eski radyoyu sadece 7 Euro vererek satın almıştım. Doğu Berlin kökenli yaşlı bir kadın satıyordu. 12 Euro'dan kapı açmış, 7 Euro'ya bırakmıştı. Isınan lambaları olan bu radyoya sonradan elektrik düğmesi de takılmış. Evimin en güzel köşesini süsleyen bu radyo hala da çalışır. Bir ara lambası patlamıştı. Antalya'nın seki radyo tamircilerinden birinden temin etmiştim. Yaşlı usta, elinde kalan 4-5 radyo lambasını da bana vermiş, iyi saklamamı istemişti. Çünkü artık bu lambalardan bulmak çok zordu. Lambaları kağıda sarıp sarmalayıp, radyonun arka kapağının içine bantladım. İhtiyaç duyulduğunda yedekleri çıkarıp kullanacağım. Haa bu arada. 7 Euro'ya satın aldığım radyoyu Antalya'ya getirebilmek için 50 Euro vermiş bir de valiz satın almıştım.

Yazıyla ilgilenenler, daktiloların önemini bilir. Bugün bilgisayarlar çıkmadan daktilolar günlük hayatımızın en önemli araçlarındandı. Eski başbakanlardan merhum Bülent Ecevit'in 70 yıla yakın kullandığı ve gözü gibi baktığı Erica marka daktiloyu anımsayan var mı=


Bit pazarlarını bir tek ben sevmiyorum elbette. Gül Hanım da bit pazarlarına ilgi duyuyor. Mart 2013'teki Amsterdam ziyaretimizde, bir bit pazarını görebilmek için 70-80 kilometre yol gittiğimizi hatırlıyorum.

İşte fotoğraf makineleri. Gazeteciliğe başladığımda Rus malı Zetith 12X basit bir fotoğraf makinesi kullanıyordum. 25-30 yılda teknoloji en çok da fotoğraf makinelerini geliştirdi sanırım. Şimdiki fotoğraf makinelerinin marifetleri dudakları uçuklatacak nitelikte.


Körüklü bir fotoğraf makinesi. Yaşı 50'yi geçenler mutlaka hatırlar. Resmi dairelerin önünde şipşak fotoğraf çeken amcalar vardı. Siyah torbanın içine kafalarını sokar,pozu ayarladıktan sonra makinenin kapağını elleriyle çıkarır, içlerinden 10'a kadar sayarak poz süresini ayarlarlardı. Fotoğrafın arabını (Negatif) istemek de işin raconuydu galiba. Hey gidi günler heyyy...

Bu hanım abla da, kendisinin de giydiği yöresel kostümleri satıyordu.


Ahmet Yiğit de bit pazarından kendisine uygun bir şey buldu. The Police grubunun bir CD'sini satın aldı. Ahmet Yiğit aslında, Sting'in CD'sini arıyordu. Mükemmel İngilizce konuşan satıcı, The Police'nin Sting'in grubu olduğunu söyleyince Ahmet Yiğit CD'yi satın aldı. Bu arada kısa bir sohbet de geçti aralarında. Satıcı nereli olduğumuzu sordu. Türk olduğumuzu söyleyince "Kuzey mi, güney mi?" dedi. Güney, yanıtını alınca, direkt olarak Antalya mı, diye tamamladı. Sonra Suriye'deki iç savaştan söz etti ve "Savaşın sıcaklığını hissediyor musunuz" diye sordu. Antalya'nın Suriye sınırına yakın olduğunu mu sandı ne? Eski CD ve plak satan adam, kültürlü birine benziyordu. Ahmet'e, "Aslında ben satıcı değil, kolleksiyonerim. Koleksiyonumdaki parçaları satıyorum" deme ihtiyacı hissetti.

Bit pazarının hemen yanında bu heykelle karşılaştık. Domuz çobanı, domuzlarına kaval çalıyor. Pek tanıdık değil mi?

Bu da bir başka heykel. Köpeğiyle top oynayan kadın. Hayatın her anı heykel sanatının konusu olabiliyor.

İşte yeniden Zincirli Köprü.

Gül Hanım Zincirli Köprü'nün üzerinde.

Budapeşte'nin en ilginç ve ünlü binalarından biri de Parlamento Sarayı'dır. Parlamento Sarayı'nın Zincirli Köprü'den görünümü.

Zincirli Köprü'ye geçerek, Tuna'nın güney kesimine geçtik. Artık Buda'dayız. Köprünün hemen yanından fenikülere binerek, kaleye çıkacağız. Merdivenlerle de çıkmak mümkün ama epey yüksek. Zaten yorulmuştuk. Yavuz Bey'in yükseklik korkusu varmış. Biraz nazlandı ama fenikülere binmeyi kabul etti. Kaleden arkamıza Tuna ve Peşte'yi alarak fotoğraf çektirdik.

Kale'den Zincirli Köprü ve Tuna.

Havva Hanım ile Gül Hanım da Budapeşte anısını ölümsüzleştiriyorlar.

Kale'de nöbet tutan askerler. Büyük bir ciddiyetle poz veriyorlar.

Kale'yi gezerken hayli yorulduk. Yavuz Bey ile Ahmet Yiğit, biz fotoğraf çektirirken, kısa süreyi dinlenerek geçiriyor.


Kale'de her yer heykellerle süslenmiş.



:Bu fotoğrafı 2002'deki ilk Budapeşte ziyaretimizde çekmiştim.


Fotoğraf çektirmeyi sevmeyen Ahmet Yiğit, anne ve babasının fotoğraflarını çekmekte nazlanmıyor.

Budapeşte turumuzu fotoğraflarla özetledim. Zaten yazıdan ziyade görsel malzeme, geziyi anlatmakta daha uygun. Okumak yerine bizzat görmek, daha kalıcı oluyor. 

Hiç yorum yok: