Bu Blogda Ara

16 Ağustos 2013 Cuma

KARAVANLA 40 GÜNDE AVRUPA TURU (8)

BUDAPEŞTE

Srobran'da nehir kıyısında gecemiz gayet güzel geçti. Serin serin uyuduk. Sabah uyandığımızda bir önceki günün hareketliliği kalmamıştı. Nehir kıyısındaki tekneler bile ayrılmış.Güzel bir kahvaltının ardından Budapeşte'ye gitmek üzere toparlandık. Bana kalırsa, burada bir kaç gün daha kalabilirdim. Ama amacımız gezmek, yeni yerler görmek. Güzel bir yerde kamp kurup, günlerce kalırsak, amacımızı gerçekleştiremeyiz değil mi?

Yine dar ama düzenli, yeşil bir yoldan ilerliyoruz. 5-10 kilometrede bir köy ya da kasabalardan geçiyoruz. Yolun her iki kıyısında bisiklet yolları, 1 ya da 2 katlı evler. Evlerin önünde bir otomobil park edecek kadar boşluk. Bu boşluklar çimlendirilmiş. Ama duvar falan yok. Yeşil alanlar gayet bakımlı. Zaten zaman zaman görüyoruz, insanlar ellerinde bahçe aletleri, çimlerin, çiçeklerin bakımını yapıyor.

Ben öndeyim, Yavuz Bey arkada. Telsizden lastik havalarını kontrol ettirmek istediğini söylüyor. Nitekim, küçük bir kasabadan geçerken bir tamircinin önünde durdu. Ben de az ileriden geri döndüm. Lastikler kontrol edilirken, etrafı kolaçan ettim. Küçük bir unlu mamuller dükkanı. Fırında ekmeğin yanı sıra, pasta ve tatlı yiyecekler de satılıyor. Yedek ekmek aldık. Bu arada Yavuz Bey'in lastikleri kontrol edildi. Yola devam.

Depolarımızdaki su azalmak üzere, bulduğumuz bir yerde depolara su takviyesi yapmamız gerek. Arkadan gelen Yavuz Bey, telsizden anons etti. Dedim ya gözleri şahin gibi diye. Backa Topala adlı kasabadan geçerken, yolun solunda çeşme görmüş.

K45.8185316
D19.6292866

Çeşmenin ağzı uygun değil ama Yavuz Bey'in yedeğindeki uyumlarla sorunu çözdük ve depoları doldurduk. Kasabanın çocukları, su tabancalarıyla oyun oynuyor. Sık sık boşalan su tabancalarını doldurmak için çeşme başına geliyorlar. Çocuklarla iletişim kurmaya çalışıyoruz. 10-12 yaşındaki çocukların hiç biri tek kelime İngilizce bilmiyor. Suyun temiz ve içilebilir olup olmadığını öğrenmeye çalışıyoruz. Vücut diliyle suyun temiz olduğunu anladık. Gerçi bu bilginin doğru olmadığını sonradan gark ettik. Deponun yanı sıra, tuvalette kullanmak üzere 5 ve 10 litrelik su şişelerine de su almıştık. Bir süre sonra gördük ki, şişelerdeki sular sarımsı bir renkte.

Depodaki suyu bulaşık ile tuvalette ve lavaboda el yüz yıkamada ya da duş almakta kullanıyoruz. Yine de dikkatli olmak gerek. Yaban ellerde enfeksiyon kapmayalım. Bu amaçla zaman zaman su deposuna sirke koymakta fayda var. Biliyorsunuz, evlerde salatalık malzemeyi temizlemek için sirkeli suya yatırılır. Sirke, depolardaki suda bir ölçüde de olsa hijyen yaratabilir. Çay ve yemek içinse marketlerden iyi su satın alıyoruz. Temiz olduğuna güvensem de seyahat boyunca çeşmelerden aldığımız suyu ne içtik, ne çay ve yemek pişirmekte kullandık.

Çeşme başından ayrılırken, Almanya'da işçi olarak çalıştığını anladığımız bir bey ile kısa diyaloğumuz oldu. Selamlaştık, bir kaç kelimelik sohbetten sonra ayrıldık.

MERABA ABİ !

Biraz daha ilerledikten sonra Macaristan sınırına ulaştık. Avrupa Birliği Schengen bölgesinin gümrük kapısındayız. Güleryüzlü bir kadın polis, araç kuyruğunun arkalarına kadar gelip, pasaportları toparlayıp,y kulübeye götürüyor. Sonra bir sonraki araca kadar tekrar gelip, o araçtakilerin pasaportlarını alıyor. Gidip gelip mekik dokuyarak, işlemleri hızlandırmak için çaba gösteriyor. Bu durum hoşuma gitti. İşini ciddiyetle yaparken, yüzündteki gülümseme de eksik değil. Pasaport polisinden geçtikten sonra gümrükçü geldi, Türkçe selamladı.

Meraba abi !

Macar gümrükçünün aksanlı Türkçe ile selamlaması hoşumuza gitti. Sempatik geldi. Ama bu sempatik adam, karavanımızı sıkıca kontrol etti. Bugüne kadar ne Yunanistan gümrüğünde, ne de başka ülke gümrüklerinde bu denli kontrol edilmemiştik.

Gümrükçü bagajı açmamızı istedi. Açtık. Sıra sıra su damacanalarını gördü, arkadaki eşyalara bakmadı. Bakmak istese ona da dert bize de...

Ardından karavanın içine bakmak istedi. Ayakkabısıyla içeri girdi. Karavanımızın yaşam bölümü bizim evimiz gibi. Ayakkabıyla girmiyoruz. Başkaları da ayakkabılarıyla girmesin diye kilim serdik. Ama Macar gümrükçü dostumuz takmadı. Arkada yatak bölümüne baktıktan sonra buzdolabını açtı. Yarısı içilmiş şarap şişesine baktı. Bu esnada buzdolabı kapağının şişe tutucusu çubuğunu düşürdü. Bir kaç şişe yerlerde. Adam mahçup olur gibi tavırla tek tek topladı ve çubuğu yerine taktı.. Bu kadar titiz olan gümrükçü, sonradan ne oturduğumuz kanepelerin altındaki dolaplara ne de başka yere baktı.

Yavuz Bey, gümrük kapısına benim arkamdan değil de yandaki sıradan girmişti. Onun karavanı da başka bir gümrükçü tarafından daha titiz bir şekilde kontrol edildi. Bu kontrol bizimkinden daha uzun sürdü.  Neyse, Yavuz Bey'in işi de bitti. Kapıdaki akaryakıt istasyonundan vinyet (otoyol ücreti) satın almak için durduk. 1 haftalık vinyet 2 bin 975 Forint. Euro vereceğimizi söyleyince 13 Euro aldılar. Sordum 1 Euro 280 Forint idi. Aslında 11 Euro almaları gerekiyor. Bu vinyet işinde hep küçük de olsa bir kazık yemişimdir. Haa dizelin litresi de 405 Forint. Yani 1,5 Euro'dan az.

Budapeşte yakınlarında OMV'den de yakıt aldık.

K47.4401766
D19.1364516

Budapeşte'ye 29 Haziran Cumartesi günü saat 21.00'de ulaştık. Hava henüz kararmadı. Şehir merkezinden geçtik, uygun bir park yeri, geceleme yeri arıyoruz. Derken Kahramanlar Meydanı'na 700 metre mesafede Allatkerti Caddesi'nde parkın kıyıcığına park ettik. Hem kent merkezinin tam göbeği, hem park kenarı. Hem ücretsiz. Hem de güvenli. Yeme de yanında yat. Ballı lokma tatlısı.

K47.5187249
D19.0804383



Araçları güvenli bir yere park ettiğimiz için mutluyuz. Hemen çevreyi dolaşmaya çıktık. Bizim, Budapeşte'yi üçüncü ziyaretimiz. 2006'da uçak+tren ile çıktığımız Avrupa turunda eşim, kızım Gülden Deniz ve Ahmet Yiğit ile Viyana'dan trenle Budapeşte'ye gelmiş, 2 gün kalmıştık. 2009'da bu kez otomobille Avrupa Turu'na çıkmış, 21 gün süren turda, Gyor'den Budapeşte'ye geçmiştik. Bu gezide Anadolu Ajansı'nın Budapeşte muhabiri, arkadaşımız Mehmet Başaran rehberliğinde kenti gezmiştik. Mehmet Başaran gazeteciliğin yanı sıra aslında profesyonel tur rehberi. Onun bilgileri ışığında Budapeşte'yi daha iyi gezmiştik. Bu ziyaretimiz esnasında Mehmet Başaran'ı da görmek istiyordum ama o Türkiye'deki bir organizasyon dolayısıyla, bizim Budapeşte'de bulunduğumuz günlerde kentte değildi.

Kahramanlar Meydanı'nda bir tur attıktan sonra, Tuna Nehri kıyısına ulaşmak, Zincirli Köprü'yü görmek üzere yürümeye başladık. Kentin ana caddesinden yürümeye başladık. Kent capcanlı, gençler alkolün de etkisiyle çığlık çığlığa, neşe içinde  geziyorlar. Hele ki, "Party Bike" adı verilen, 8 kişinin bir barın etrafına oturduğu, her birinin ayaklarının altında pedal bulunan araçla yaptıkları kent turunda çok eğlendikleri belli.

Kahramanlar Anıtı gece görüntübü

Party Bike

Pedal çevirirken, bir yandan da içkiler yudumlanıyor
Budapeşte'de de Türk lokantaları çok fazla. bunlara genellikle "Török Büfe" deniyor. Genellikle ekmek arası döner satılıyor. Yolumuzun üzerine Star Török Restaurant çıktı. Lavaş arası döner yedik, yanında ayran içtik. 3 döner, 3 ayran için 10 Euro ödedik, 200 Forint borcumuz kaldı. Sınırda 280 Forint olan 1 Euro'nun karqılığı buralarda 300 Forint.

Török Macar dilinde Türk demek.

Yolumuza devam ettik. Dev bir dönme dolabın yanından geçip Tuna kıyısına ulaştık. Eski ziyaretlerimizden aşağı yukarı yolları kestirebiliyoruz. Zincirli Köprü'ye doğru döndük. Köprü hava kararınca ışıklandırılıyor ve harika bir görüntü ortaya çıkıyor. Hava da kararmıştı. Köprüden karşı'ya Buda tarafına geçtik. Budapeşte, Tuna Nehri'nin iki yakasında kurulu Buda ve Peşt şehirlerinin birleşmesinden oluşuyor. Kahramanlar Anıtı'nın da bulunduğu kesim Peşt... Gül Hanım buranın Buda, karşı tarafın Peşt olduğunu iddia ediyor ama ben daha iddiacıyım ve benim tespitim doğru. Kanuni Sultan Süleyman döneminde fethedilen Buda'ya o zamanlar Budin deniyordu.  Tarih kitaplarında Budin Budin diye bahsedilen kentin Budapeşte'yi oluşturan iki kentten Buda olduğunu çok geç öğrendim maalesef.

Budapeşte, tarihi ve turistik bir kent. Çok da hareketli. Kent merkezindeki limuzinler ve hop on hop off ya da city sightseeing olarak adlandırılan üstü açık, iki katlı otobüslerin yanı sıra çok sayıda bisikletli ve yaya turist kentte gece geç saatlere kadar geziyor. Barlar, cafeler, lokantalar da ağzına kadar dolu.

Biz de gece yarısına kadar yürüyerek dolaştık. Dev bir dönme dolabın bulunduğu alana geldiğimizde yorulduğumuzu hissettik ve taksiyle dönmeye karar verdik. 5 kişi alabilen taksiye bindik. 10 Euro ödedim, para üstü olarak 1000 Forint aldım. Yani 6-7 Euro civarında bir taksi ücreti. Çok pahalı sayılmaz.

Hemen karavanlarımıza çekilip, uykuya daldık. Ertesi gün, kenti bir de gündüz gözüyle gezeceğiz. Dinlenip, enerji depolamamız gerek.

Hiç yorum yok: