Bu Blogda Ara

19 Eylül 2013 Perşembe

40 GÜNDE KARAVANLA AVRUPA TURU (18)

KOPENHAG


Sabah, kahvaltının ardından Kopenhag'a ulaşmak üzere yola koyulduk. Zaten hemen şehrin dışında sayılırız. Yavuz Bey'in radyatör sorununu çözemediğimiz için huzursuzuz. Araba yürürken sorun yok ama dururken, ön tamponun oralardan 1 çay bardağı kadar su damlıyor. Gerçi radyatörün suyu da azalmadığı için sorun yok gibi görünüyor.

POI'den tamircileri arıyoruz ama günlerden Cumartesi. Servislerin, tamircilerin kimi tam gün tatil yapıyor ve sabahtan kapalı, kimi de öğle saat 13.00 itibarıyla kepenk indiriyor.

Bir benzin istasyonuna girip, araçları park ettik ve sağa sola tamirci sorduk. Yakıt alan, Asya kökenli bir taksici, (Sanırım Pakistanlı idi, Yavuz Bey'den doğrusunu öğrenirsem düzeltirim) Yavuz Bey'i bir tamirciye götürebileceğini, taksiye binmesini istedi ve taksi ücreti almayacağını da vurguladı. Türkiye'de, bitişik şehirler bile hemşehrilik için kimi zaman yeterli olmazken, Avrupa'da birbirlerine 3-5 bin kilometre uzaklıkta olmasına rağmen, Asya kökenli olmak, hemşehri sayılmak, yakınlık duymak ve karşılıksız yardım etmek için yeterli oluyor. Yavuz Bey, bir süre sonra döndü, ne yazık ki sonuç olumsuzdu.

Kopenhag'ta yaşayan bir akrabama telefonla ulaştım. Kentin girişindeki, bir oto yedek parça mağazasının adresini verdi. İstasyona, "Doğan görünümlü Şahin" tipli bir otomobille gelen gençler de aynı adresi verdi.
Yavuz Bey'in karavanını benzin istasyonda bıraktık, eşlerimiz de karavanda kaldı, benim karavana binip, Yavuz Bey'le birlikte, Kirstine Hoj 31 C Kastrup/Kopenhag adresindeki Thansen adlı mağazaya gittik. Orada hem benim için akü sorduk, hem de açık tamircileri. Ama ııhhh... Dükkanlar kapalı. Zaten Thansen de saat 12.30 gibi kapanacak. Mağazadan hiç olmazsa akü alalım bari. Yavuz Bey'in işi hallolmadı, bari benim arada sıkıntı yaratan akü sorunum çözülsün. Thansen adlı mağazada her türlü oto yedek parçasının yanı sıra, motosiklet, bisiklet, kamp malzemeleri, az çeşitli de olsa karavanda kullanılabilecek malzemeler ve outdoor malzemeleri satılıyor.

Tezgahtar, aracın ruhsatını istedi. Bilgisayara, motor şase numarası, marka, model girdi ve benim Mearcedes Sprinter 413 modeli aracım için uygun akülerinin olmadığını söyledi. Oysa mağazanın ortasına, her ebatta, amperde aküleri yığmşlar. Türkiye'de olsa, "Usta, bana 85'lik bir akü ver" dediğimizde, hemen verirler. Bu tavırla, aküyü değiştirmeyi başardığımız  Norveç'in başkenti Oslo'da da karşılaştık. Orada da, yedek parça satan mağaza yetkilisi, aracın ruhsatını istedi, marka, model, şase, motor seri no gibi bilgileri girdikten sonra, depoda uygun akü bulunduğunu söyledi ve getirip, verdi.




13 Temmuz Cumartesi günü öğleden sonraya kadar vaktimizi, Yavuz Bey'in radyatör, benim akü sorunumu çözme umuduyla harcamamıza rağmen sonuç alamayınca, bari kenti gezelim dedik. Yine akrabama telefonla sordum, SMS ile bize Amager Strandvej civarında karavanla konaklayabileceğimizi bildirdi. Adresi Navigasyona girdik ve gittik.

Amager Strandvej, Kopenhag'ın sahili. Antalya Konyaaltı gibi. Elbette Konyaaltı kadar güzel değil. Ancak, hafta sonu olduğundan, sahildeki yolda park edecek yer bulamadık. Bir arka sokağa evlerin önüne park ettik. Park yasağı yoktu ama ev sahiplerinin şikayet edebileceğinden de çekinmedik değil. Araçları kilitleyip, sahile yürüdük.


Bisikletine atlayan sahile gelmiş,

Kopenhag, tam bir bisiklet cenneti


Yer gök bisiklet

Her çeşit, her renk bisiklete rastlamak mümkün.

Sahilde denize girenler ve dondurma kuyruğu

Bir yanda çarşaflarıyla plajae gelip, çocuklarıyla vakit geçirenler, bir yandan bikineleriyle denize girenler.

Çarşaf-bikini fotoğraflarını bir çelişkiye dikkati çekmek amacıyla değil, Kopenhag'taki renkliliğe, hoşgörüye vurgu yapmak amacıyla koydum.


Plyaj ve karşıda rüzgar enerjisi pervaneleri,

Plaja bu tahta köprüyle ulaşılıyor.

Gül Hanım köprüde.

Plaj ve çevresini gezdikten sonra, kent merkezine girdik. Hava sıcak. Ben öndeyim, ara sokaklara, trafik yoğunluğu olan caddelere girip, çıkıp, uygun park yeri arıyorum ama arkada Yavuz Bey telaşede. Çünkü bu trafikte radyatör sorunu yüzünden aracın harareti bir miktar yükselmiş.


Bir cadde kenarında minicik bir arkeolojik park. Antik Kopenhag minyatür şekilde tasvir edilmiş,



Kopenhag caddeleri renkli. Satışlarını artırmak isteyen bir oyuncak mağazası, animatörlerle müşteri çekmeye çalışıyor. Özellikle çocuklu ailelerin, çocukların dikkatini çekmeye çabalıyorlar. Yavuz Bey anlattı: Sinop'ta yaşlı bir baloncunun pazarlama taktiği. Çoluk, çocuk ailelerin yanında geçerken, "Ağlayın bebeler, baloncu geldiii" diye bağırırmış. Bebeler ağlasın, anne-babalarına ağlayarak ısrar etsinler ki, balon aldırsınlar.
 "
Kopenhağ meydanları. Avrupa'nın hemen her şehrinde olduğu gibi heykellerle süslü ve fotoğraf çektirmek için en uygun platformlar da heykellerin önü.

Heykeller kentlere kimlik kazandırıyor.



Ahmet Yiğit, ilk kez, gönüllü olarak bir Viking maskotunun önüne geçerek, poz veriyor.


Kent merkezindeki bisikletler.

Kopenhag sokakları.


Çeşitli kılıklara girerek, ekmeklerini çıkartanlar.

Bu, yeni bir trend. Başka şehirlerde farklı versiyonlarını gördüm. Bu adam, sanki havada boşlukta duruyor gibi. Bir göz yanıltması var ama işin sırrını çözemedim.

Sizce, nasıl boşlukta duruyor gibi görünüyordur.


Bu vatandaş da çeşitli materyallerle el çabukluğu marifet gösterileri sunuyor.





Eski bir Dan askeri... Bu da ekmek peşinde.

Kopenhag hatırası.



Önündeki kutuya bozuklukları atmadığımız için, kafasını çeviriyor ki, iyi bir fotoğraf çekemeyeyim. Haklı tabii, yok öyle beleşe fotoğraf çekmek.




Bu fotoğrafta ne görüyorsunuz?


Soruyu doğru sormalıyım. Bu fotoğrafta neyi göremiyorsunuz? Pardösünün üzerinde bir şapka var ama arada kafa yok kafa. Kafa nereye gitmiş ola ki?

Bozuklukları şıkırdatmadan fotoğrafını çektiğimi anlayınca tedbirini gecikmeli de olsa alıyor. Hemen yanındaki şemsiyeyi açarak, fotoğrafının çekilmesinin sözüm ona önüne geçiyor.


Tamam; anladık. Kopenhag bisiklet şehri. Ama neden bu kadar çok bisiklet fotoğrafı koyuyorsun, diyebilirsiniz. N'apayım. Bisikletleri çok seviyorum. Elimde olmadan bisiklet fotoğrafları çekiyorum.

Daha az karbondioksit üreten taksiler, bu çevreci durumlarını ilan ediyor.



Heykeller....

Heykeller ve yine heykeller.

Kopenhag'ta Gazetecievi.

Kopenhag'taki kanallar.

Kopenhag'ta ağaçların kökü böyle korumaya alınmış. Amacını bilemiyorum. 

Aha! Kaldırımda bir kklozset. İnsanlar ihtiyaçlaırını, kaldırımda uluorta gideriyor olamazlar değil mi?

Durun hele, ne olduğunu anlayacaksınız. Önce dikkat! Bu klozetin tekerleri var.

Yarış başlıyoooorrr. Akülü klozetlerle, yarışmaca.

20 metre aralıklarla konulan iki dubanın etrafında, eğlenceli bir sürat yarışması...


Klozetlerin biri gidiyor, biri geliyor.






Vuuvvv... Sür'ate bak :)


Elinde mikrofon olan kadın, yarışmacıları gayrete getiriyor.

Kadınların, klozetli yarışlarını bir süre seyredip, yola devam ettik.


Özür dilerim ama yine bir bisiklet parkı.,

Kaldırım kenarındaki minik parktaki tüm ağaçların kökü böyle giydirilmiş.

Son yıllarda Avrupa kentlerinde çok sık rastlıyorum Kızılderili sokak müzisyenlerine., Çok da ilgi görüyor. Ama iyi müzik yaptıklarını kabul etmek gerek.



Bunlar da taksi. Bisiklet taksi. Turistlere kenti gezdiriyor. 




Bisikletlere devam.

Size bir de video göstereyim. Cep telefonuyla çekildi. Ahmet Yiğit, sokakta gezerken krep yemek istedi. Genç bir kadının yaptığı krepler hakikaten hoş görünüyordu.



http://avrupaseyahati.blogspot.com/2013/10/pegasusla-istikamet-yurt-ds.html

3 yorum:

Sarpito dedi ki...

sokak sanatçılarına bozuklukları fazla gördüğünüz için sizi kınıyorum :)))

Unknown dedi ki...

Tüm sokak sanatçılarına bozukluk vermemizin imkanı yok. Ama gerçekten beğendiklerimize bozuklukların tamamını vermeyi de esirgemedik. Yunaniztan'da benim para verdiğim bir sanatçıya Gül, kendisi de para vermek istedi. Ben verdim dememe rağmen çok beğenmiş olacak ki bozukluktan birazcık da fazlasını verdi. Ama kaderin cilvesine bak ki, Yunanca şarkı söyleyen sanatçı İstanbullu bir Türk çıktı.

Unknown dedi ki...

Tüm sokak sanatçılarına bozukluk vermemizin imkanı yok. Ama gerçekten beğendiklerimize bozuklukların tamamını vermeyi de esirgemedik. Yunaniztan'da benim para verdiğim bir sanatçıya Gül, kendisi de para vermek istedi. Ben verdim dememe rağmen çok beğenmiş olacak ki bozukluktan birazcık da fazlasını verdi. Ama kaderin cilvesine bak ki, Yunanca şarkı söyleyen sanatçı İstanbullu bir Türk çıktı.