Bu Blogda Ara

13 Mayıs 2016 Cuma

YANIBAŞIMIZDAKİ UZAK KOMŞUMUZ: İRAN (DÖRDÜNCÜ BÖLÜM)

Eşim Gül ile birlikte çıktığım İran seyahati notlarımı nasıl buldunuz? Okuyan dostlarım genellikle olumlu görüş belirtiyor ama bizzat tanışmadığım okurların da görüşlerini merak ediyorum.

Bir geziye çıkmadan önce neler yapılır, geziye nasıl hazırlanılır? Gideceğiniz ülke hakkında bilgi toplamak gerekir değil mi? Hemen bir kaynak kitap bulunur, internetten araştırma yapılır, daha önce aynı ülkeye, şehre gitmiş gezginlerin yazısı okunur.

Ben seyahatlerimden önce bir şey daha yaparım. O ülkeyle ilgili çekilmiş filmleri seyrederim.

Mesela Berlin'e gitmeden önce Good Bye Lenin filmini izlememek olur mu?


Persepolis filminden

İran seyahatinden önce de bir kaç film seyrettim. Mesela Persepolis.

Marjane Satrapi'nin aynı ismi taşıyan ve çizgi roman olarak yazılmış otobiyografisi 2007'de sinemaya uyarlanmış. Bir çizgi animasyon filmi olan Persepolis'te, İran İslam Devrimi'ne tanıklık etmiş, açık sözlü, cesur bir kızın öyküsü aktarılıyor.  Şah'ın devrilmesine destek vermiş bir ailenin kızının, şeriat devleti kurulmasından sonra yaşadıklarını anlatıyor.

İran'ın batıyla ilişkileri, 1 Şubat 1979'da Şah'ın devrilmesi ve şeriat devleti kurulmasıyla birlikte kesintiye uğradı. Özellikle ABD-İran ilişkileri çok kötü bir döneme girdi. İran'da ABD düşmanlığı artarken, ABD ise İran karşıtı propagandaya ağırlık verdi.

Persepolis filminin fragmanını izlemek için 
BURAYI tıklayınız.


Kızım Olmadan Asla filminin afişi

Mesela "Kızım Olmadan Asla" (Not Without My Daughter) sinema filmi aslında tam anlamıyla İran düşmanlığı içeren, propaganda amacıyla yapılmış bir Amerikan filmi.

Elbette hem Kızım Olmadan Asla, hem de Persepolis, İran'daki bazı gerçeklere parmak basmakla birlikte bazı abartıları da içeriyor.

Bazı sinema filmlerinin propaganda amacıyla yapılmış olduğunu bilsek bile, seyahat öncesi, gideceğiniz ülkeyle ilgili bir kaç kitap okumanız, film seyretmeniz, seyahat ettiğiniz ülkeyi anlamakta size katkı sağlayacaktır.

İşte bugün gezeceğimiz Antik Persepolis Kenti, İran seyahatimizden önce izlediğimiz animasyon filme adını vermiş.

Kızım Olmadan Asla filminin fragmanını izlemek için 
BURAYI tıklayınız

PERSEPOLİS

Şiraz Arg Otel'de kahvaltımızı yaptıktan sonra, bir gün önce anlaştığımız taksiciyi otele çağırdık. Bu arada, dün akşam Azadi Parkı'nda, Kaşkayi Türkü Şeyda ve annesi Periba'nın yanında bıraktığımız Hasan'ı aradım.

Hasan, biz Persepolis'e gidiyoruz. Bir taksiyle anlaştık. Neredeysen oraya gelelim, taksiye seni de alalım.

Hasan dün geceyi bir parka kurduğu çadırda geçirmiş. Biz hazırlanıncaya kadar, dün bir ara uğradığımız Turizm Danışma Ofisi'nin oraya kadar otobüsle gelebileceğini söyledi.

Persepolis ve arkasından Nekropolis'e gidiş-dönüşümüz tahminen 5 saati bulacaktı. Bu yüzden valizlerimizi otel emanetine bırakmak yerine taksinin bagajına koyup, Persepolis'ten sonra doğrudan Havaalanı'na gitmek daha mantıklğı olacaktı. Öyle yaptık.

Hasan'ı yoldan aldık. Hasan, dün akşam Şeyda'nın da rol aldığı tiyatro oyununu izlemiş, sonra da Cennet Park'a gidip çadır kurmuş. Güvenlikli güzel bir park alanıymış.

Şimdi istikamet Persepolis. 65-70 kilometrelik yol 50 dakika sürdü. İran gezimizin başladığından bu yana hava sıcaklığı gezip tozmamıza izin verecek kadar serin ama güneşliydi. Bugün hava biraz daha ısındı.

Not: İran seyahati için en uygun mevsim ilkbahar ve sonbahar ayları. 15 Mart'tan itibaren Nisan ve Mayıs ile Ekim ve Kasım ayları İran seyahati için uygun aylar.

Persepolis'e varmadan taksiyi durdurup, bir bakkaldan 1,5 itrelik su aldık. Ben ayrıca dondurma dolabına konularak buz haline getirilmiş 1,5 litrelik bir su daha aldım. Sıcakta, Persepolis'i gezerken lazım olacaktı.

Persepolis'e geldik. Şoför, ne kadar süreyle gezeceğimizi sordu. 2 saat yeter dedik. 2 saat sonra buluşmak üzere sözleştik. Valizlerimiz ve Hasan'ın sırt çantası takside kaldı. Sanki hatıra fotoğrafı çekiyormuşum gibi taksici ve taksinin plakasının fotoğrafını çektim.

Öyle ya; bütün eşyalarımızın, pasaportlarımızın, hatta bir miktar paramızın olduğu valizlerimizi taksici alıp gitse ne yaparız. Genellikle bindiğim taksilerin plakalarının fotoğrafını çekerim. Gerçi 2007'de, Suriye seyahatimizde, Halep'te bindiğim taksinin plakasını ve taksinin ön camına yapıştırılmış şoförün kimlik bilgileri ve fotoğrafının da bulunduğu kartın fotoğrafını çekmiş, oğlum o takside cep telefonunu unutunca da taksiyi bulmak için çaba sarfetmiştik ve sonuç alamamıştık ya neyse..

Persepolis girişine geldik. Turistlere farklı fiyat uygulaması burada da var. Hasan, ben yine şansımı deneyeceğim dedi ve kuyruğa girip 3 bin Tümen (2,5 TL)
 ödeyerek, İranlılar için satılan biletini aldı. Biz de Gül ile 20.000x2=40.000 Tümen ödedik ve haricilere özel tarifeden biletlerimizi aldık.

Geceyi çadırda geçirdiği için telefonunu şarj edemeyen Hasan, girişteki hediyelik eşya dükkanında telefonu şarja takıp, bıraktı.

Persepolis'i gezmeye başladık.

Bizi aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz merdivenler karşıladı ilk olarak. Basamakların yüksekliğine, daha doğrusu alçaklığına dikkat eder misiniz? Hayli alçak, standart dışı. Bilinçli olarak yapılmış tabii ki. Persepolis'e gelenler, atlarından inmeden merdivenleri çıkabilsin diye, basamaklar, atların çıkabileceği yükseklikte dizayn edilmiş.



Persepolis'i size Zafer Bozkaya'nın İran Gezi Rehberi kitabından alıntıladığım bölümle kısaca tanıtayım. 
Büyük Pers İmparatorluğu’nun merkezi, Akamenidlerin tören merkezi olan Persepolis kenti (Yunancada Pers ülkesinin başşehri) Şiraz’ın 60 km. kadar dışındadır. İranlılar bu tarihi yere Farsçada Taht-ı Cemşid (Cemşid’in tahtı) ismini vermişler. Bu büyük yerleşim yerinin ancak gerçek bir İranlı kültüre ait olması gerektiğini düşünerek, mitolojik İran kahramanı olan Cemşid’in tahtı olması gerektiğine hükmetmişler!
Antik İran hakkındaki en önemli bilgiler, o dönemden kalan saraylar, sarayların salonları, hazine dairesi, gibi taş oyma sanatıyla yapılmış eserlerin üstlerindeki yazıtlardan elde ediliyor. Pers krallarının en büyüklerinden Birinci Darius ve ondan sonra gelen Artaxerkes, Xerkes, Kurus gibi hükümdarlar bu geleneği sürdürerek büyük eserler yaratmışlardır. Persepolis’teki bu dev şehir-saray, Akamenid imparatorlarının yazlık sarayı ve tören alanı olarak yapılmış.


Persepolis’in Birinci Darius zamanında ve M.Ö. 521 yılında yapılmaya başlandığı ve 150 yıl süren çalışmalarla tamamlandığı tahmin ediliyor. Yapılan araştırmalarda o dönemin büyük uygarlıkları olan Suşa, Babil ve Ekbatan’daki şehir devletlerinden gelen resmi ziyaretçilerin şimdiki Nevruz ile aynı zamana rastlayan Noruz isimli dönemde, krala çeşitli hediyeler getirdikleri ve krala saygılarını sundukları biliniyor. Persepolisin tüm alanı 125 bin metrekare ve ana teras, 450 x 300 metre boyutlarındadır.


Persepolis, uzun bir dönem “altın çağ” yaşadıktan sonra, MÖ. 330 yılında Makedonyalı Büyük ‹skender şehri ele geçirip yakıp yıkmıştır. Zerdüştlük dinini yasaklamış, topladığı bütün Avesta kitaplarını yaktırmıştır.


Persepolis ile ilgili ayrıntılı bilgilerin devamını İran Gezi Rehberi kitabından edinebilirsiniz.





Hava sıcak ama bunaltıcı değil. İran gezimizi Nisan ayında
yapmakla ne kadar isabetli bir karar almışız.





Büyük İskender'in yakıp yıktığı Persepolis, 1971'de bu kez bütün dünyanın gündemine, burada düzenlenen şatafatlı, görkemli bir törenle yeniden girdi.
Şah Rıza Pehlevi, İran monarşisinin 2 bin 500'üncü yılı dolayısıyla Persepolis'te törenler düzenleme kararı aldı. Törenler, İmparatoriçe Farah Diba'nın 33'üncü doğum gününe denk getirildi. Böylece bir taşla iki kuş vurulmuş olacaktı.

Krallar, kraliçeler, imparatorlar, şansölyeler, kontlar, prensler, prensesler, şeyhler, devlet başkanları, başbakanların davet edildiği törenler için Persepolis'te dev çadırlar, otağlar kuruldu. Çadırlar, her biri birbirinden gösterişli onlarca dev kristal avizeyle donatıldı.







Bu törenler, o dönem Türk basınında da yakından takip edildi ve birinci sayfalardan verilen haberlere konu oldu.


Farah Diba’nın takacağı mücevherlerden biri olan kıymetli taşlarla süslü “Persopolis Arslanı” isimli kolye Parisli mücevherci Van Cleff & Arpel tarafından özel olarak tasarlanmış ve Tahran’a gönderilmişti.



12-16 Ekim 1971 tarihleri arasında gerçekleştirilen törenlerin gala yemeğinin menüsü Paris'in ünlü lokantası, jet sosyetenin uğrak yeri Maxim Restaurant'ta hazırlandı ve orada pişirilen yemekler özel uçakla İran'a getirildi.
Yemeğin servisini St. Moritz’in ünlü Palace Hotel’inden gelen 80 İsviçreli şef garson yaptı. Tecrübeli şef garsonların üniformaları Lanvin Modaevi'nden alındı. 

Yemek, otağın içerisinde yer alan 70 metre uzunluğundaki Şeref Masası ve onun tam karşısına sıralanmış 10'ar kişilik 46 masada yenildi. Gala Yemeği’nin Menüsü, mavi ipekle ciltlenmiş bir kapağın içerisindeki parşömen kağıda basılmış, misafirler imparatorluk arması işlenmiş açık mavi ipek döşemeli sandalyelerde oturmuştu. 5.5 saatten fazla süren Gala Yemeği, modern tarihteki en uzun süren resmi yemek ünvanı ile Guiness rekorlar kitabına girdi.

Davet şampanya ve imparator havyarı ile doldurulmuş bıldırcın yumurtası ile başlamış, soslu ıstakoz mus, trüf mantarlı kuzu ızgara, 50 adet kızartılmış tavus kuşu ile devam etmiş, tatlı olarak, Vintage 1959 Dom Perignon pembe şampanya eşliğinde kremalı taze porto inciri tatlısı gelmiş, yemek kahve ve yanında konyakla son bulmuştu.



“Time” Dergisi, bu kutlamaları, “Dünya Tarihi’nin gelmiş geçmiş en büyük
cümbüşlerinden biri”
 olarak nitelemişti.



TÖRENLERİN MASRAFI
İran Şahı'nın özellikle batı devletlerinin yöneticilerine, İran'ın tarihi kökeni, gelişmişlik düzeyi ve zenginliğini göstermek amacıyla tertiplediği törenlerin maliyeti İran'da tartışma konusu oldu.

Resmi makamlar törenlerin 17 milyon Dolar'a mal olduğunu açıklasa da, kamuoyunda törenlerin İran halkının cebinden çıkan 200 milyon Dolar harcanarak tertiplendiği konuşuldu. İran'da muhalefetin sesinin güçlenmesi ve sonunda bu törenlerden 8 yıl sonra Şah Pehlevi'nin devrilmesinde bu törenler ve yapılan israfın da etkili olduğu söyleniyor.


Törenlere kimler katılmamıştı ki.

Yunan Kralı Konstantin, Belçika Kraliçesi Fabiola, Danimarka Kralı Frederik ve Kraliçesi Ingrid, Ürdün Kralı Hüseyin, Hollanda Prensi Bernhart, Monaco Prensi Rainier, Norveç Kralı, İsveç Veliahtı, SSCB Devlet Başkanı Nikolay Podgorni, ABD Başkan Yardımcısı Spiro Agnew, Yugoslavya Devlet Başkanı Tito, Fransız Başbakanı Jacques Chaban-Delmas, Venezuella Başbakanı’nın yanısıra 20 kral ve şeyh, 5 kraliçe, 21 prens ve prenses, 14 diğer devlet başkanları, 3 başkan yardımcısı, 3 başbakan ve 2 dışişleri bakanı katılmış, Türkiye’yi Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay temsil etmiş, Şeref Masası’nda yer almış ve kendisine Türkçe bilen garsonlar servis vermişti.




CEVDET SUNAY'IN GAFI

İran şahı Rıza Pehlevi törene katılanlara konukseverliğini ve cömertliğini göstermek için tüm yabancı resmi ziyaretçilere altın ve mücevher dolu bir sandık sunar ve normalde heyet başkanı formalite icabı küçük bir parçayı hatıra olarak alırmış.Şah aynı gösteriyi Cevdet Sunay’ın başkanlığındaki Türk heyetine de yaparak altın ve mücevher dolu sandığı önlerine koymuş. Ancak o zenginlik karşısında kendisini kaybeden Cevdet Sunay, iki elini birden sandığa daldırıp içinden avuç dolusu altın ve mücevher almaya kalkınca, şaşıran Türk diplomatlar hemen müdahele ederek doğabilecek büyük bir skandalı engellemişler. Aldıklarını geri bırakmasını sağlayarak, sandığın önünden neredeyse zorla uzaklaştırmışlar.” (Çankaya’nın Bütün Adamları – Seyfi Öngider – Sayfa: 104 - Aykırı Yayınları)Daha önce İranlılar'ın konukseverliğini anlatmak için aktarmıştım. İranlılar hediye vermeyi seviyorlar ve konuklarına güzel bir hediye sunduklarında, "Kabulü mümkün değil" diyerek, sundukları hediyeyi asla geri almayacaklarını söylüyor ve konuğun hediyeyi kabul etmesi için ısrarcı oluyorlar.

Aslında bu bir gösteri. Ev sahibi ne kadar ısrarcı olursa olsun, eğer gereğinden değerli bir hediye ise ve kabulü hoş olmayacaksa, aynı ısrarla hediyeyi geri çevirmek lazım.

Demek ki Cevdet Sunay'a bunu hatırlatmamış yanındakiler.



Nerede kalmıştık?
 Törenlerdeki israftan söz ediyorduk değil mi?Böylesine ölçüsüz bir şekilde savurganlık yapılmasını eleştirenlere sinirlenen Şah Rıza Pehlevi, Le Monde’a verdiği bir demeçte, “Bu parayı ne borç aldık, ne çaldık. Yol, otel, su şebekesiyle ileride bize muazzam bir gelir sağlayacak olan trustik bir enfrastrüktür kuruyoruz… Halk niçin böyle yakınıyor? 50 Devlet Başkanına verdiğimiz birkaç ziyafet için mi? Ne yapacaktık ki, onlara kuru ekmekle beraber kırmızı turp mu ikram etseydik? Allaha şükür ki İran İmparatorluk Sarayı bugün Maxim’den yemek getirtebilecek parasal güce sahiptir” demişti.


Şah'ın bu muhteşem dekorlu gösterisi için düşündüğü bazı faydalar da yok değildi. İlk amacı, kendi yurttaşlarına eski ve köklü bir imparatorluğun mensubu olduklarını hatırlatmak, birçok badire atlattıktan sonra şimdi yeniden yükselme yolunda bulunduklarını hissettirmekti.
Diğer bir amacı ise dış dünyaya İran’ın artık geri kalmış bir ülke olmaktan kurtulduğunu, ekonomik ve sosyal reformlarla İran’ın Ortadoğu’nun ileri ve güçlü devletlerinden biri olma yoluna girdiğini göstermekti. Yapılan gösterinin televizyon ve basın yoluyla bütün dünyaya duyurulması büyük bir reklam olacak, büyük sayıda turist cezbedilecekti.



Neyse törenlere çok yer verdim. Biz gezimize dönelim.



Sonunda Persepolis'in tamamını gezdik. Dedim ya, Persepolis'in tamamı 125 dönüm kadar bir yer. Çok büyük değil. Burayı gezmek için 2 saat yetti bize.

Çıkışa yöneldik. Hem Hasan'ın şarja bıraktığı telefonu alacak, hem de İranlı bir dostumuz için hediye satın alacaktık. Hediyelik eşya mağazasına girdik. Beğendiğimiz hediyeyi küçük bir pazarlıkla satın aldık.

Bu arada dükkanın sahibi, elimdeki İran Gezi Rehberi kitabını işaret ederek, "Zafer Bozkaya arkadaşımdır. Bir kaç gün önce buradaydı" dedi.

Demek ki, Zafer Bozkaya İran'da, belki de Türkiye'dekinden daha ünlü.





Kapıdan çıktığımızda taksi şoförü bizi uzaktan görmüş olmalı ki, hemen yanımıza yaklaştı. 2 saat dediğimiz geziyi, hediyelik eşya dükkanında geçirdiğimiz vakitle birlikte 2,5 saatte tamamlamıştık.
Şimdi istikamet Nekropolis. Yani Nakş-ı Rüstem. Nekropolis, Persepolis'e 10 kilometre mesafede.





























Hasan Yorgun'dan Persepolis pozu...


Aynı pozu ben de verdim.





Nekropolis'te 
Akamenid kralları Xerkes, Büyük Darius, I. Artaxerkes ve II. Darius’un kaya mezarları bulunuyor. Büyük Dairus’un mezarı diğerlerinden daha büyük ve daha iyi korunmuş durumda. Bu mezara doğru baktığınızda göreceğiniz doğan güneş sembolü, bağımsızlığı sembolize etmekte, ve yanında kutsal ateşin yandığı bir tapınak görülmektedir. Darius’un başının üzerinde koruyucu melek “Forouhar” havada asılı durmakta.
Giriş kapısına yöneldik ama baktık ki. burada da yerliye ayrı, yabancıya kazık fiyat uygulaması var. Hem yorulmuş, hem vaktimiz daralmış, hem de zaten kaya mezarları giriş kapısından görünüyor. Kısa bir müzakereden sonra buraya bilet alıp girmekten vazgeçtik.
Teleobjektifimi doğrultup kaya mezarlarını fotoğrafladım.




Bu ziyaretle birlikte gezimizin Şiraz bölümü de sona erdi. Bir gün önce tanıştığımız ve 2 gün boyunca birlikte gezdiğimiz Hasan ile yollarımız ayrılıyor. O gezisine otostopla devamedecek, biz uçakla Tahran'a döneceğiz. Hasan bizden sonra bir 10-12 günlük daha İran'da turlayacak ama bizim seyahatimiz, 2 gün sonra sona eriyor.
Hasan'ı Şiraz-İsfahan otobanında yol kenarında bıraktık. Yolun karşısına geçip, otostopla yoluna devam edecek.


Biz taksiyle Şiraz-Persepolis-Şiraz için 70 bin Tümen'e anlaşmıştık ama sonradan kararımızı değiştirip, kent merkezi yerine doğrudan havaalanına gitmeye karar verdik. Şoför bu durumda bizden 70 bin yerine 110 bin Tümen alacağını söyledi. Haritaya baktım, havaalanı Şiraz'ın öte tarafında. Yani adam haklı. Yolu epey uzatıyoruz. İtiraz etmedim. Zaten otele dönüp, oradan havaalanı için başka bir taksiye binsem nerden baksan yine 40 bin Tümen verecektim.
Nakş-ı Rüstem'den Şiraz'a, çevre yolundan da havaalanına 100 kilometreye yakın yolumuz var. Gelişte de 75-80 kilometre yapmıştık. Yani taksici 180 kilometre yol ve harcadığı 5 saat için bizden toplam 110 bin Tümen (90 TL) aldı. Çok değil.




 

Nihayet Şiraz Havaalanı'na geldik. Küçük bir havalimanı. Ama hem dışarıdaki peyzaj, hem de içerisi çok güzel. Modern bir havaalanı. Daha uçağımızın kalkmasına 3 saat var.

Pizza, dondurma yedik, kavun suyu içtik. Fiyatların Türkiye'deki havaalanlarından pahalı olduğunu söyleyemem ama İran koşullarına göre yüksekti.

Yemekten sonra ikinci güvenlik taramasından da geçip, içerideki salona oturmak istedik, kuyruğa girdik, sıra bize geldiğinde görevli bizi geri gönderdi. Henüz bizim uçağın yolcularını iç salona almıyorlardı. Saçma geldi ama sonradan baktım ki, salon çok büyük değil ve bizden önceki uçakların yolcuları salonu doldurmuş, hak verdim.

Bizimle birlikte, Avustralya'dan gelmiş bir aileyle de kısaca sohbet ettik ve aynı uçağa bineceğimizden birlikte hareket ettik. Biri 4-5, diğeri 6-7 yaşlarındaki iki çocukla, o kadar uzak bir ülkeden İran'a gelmeleri takdire şayan değil mi? Ama çocuklar da hiç sıkıntı yaratmıyorlar. Uçağa bindiklerinde anne, baba ve çocuklar hepsi kendilerine ait tablet bilgisayarları açıp oyalandılar.

Şiraz Havaalanında aslen İranlı olup Almanya'da yaşayan ve hem aile büyüklerini ziyaret, hem de burun estetiği ameliyatı için İran'a gelen 18 yaşındaki ergen kızla annesini bir sonraki bölümde anlatacağım.

Not: Havaalanındaki panolarda uçakların hareket saatleri hem Farsca hem İngilizce yazdığından zorluk çekmedik.


Nerede kalmıştık?

Tahran'a gitmek üzere Şiraz uçağına binmiştik. İran Air'in uçağı THY uçakları gibi. Airbus 320 tipi uçağın ekonomi sınıfındayız. Koltuk araları geniş ve ferah. 
Başörtülü hostesler yemek servisi yaptılar. 1 saat 20 dakikalık uçuşla Tahran'a ulaştık.

Tahran'da, İstanbul'dan geldiğimizde indiğimiz İmam Humeyni Havalimanı'na değil, daha çok iç hat uçuşları içi kullanılan Mehrabad Havaalanı'na indik.

Valizleri alacağımız banda doğru giderken, koridora kurulan desklerdeki kadınlar "taksi... taksi..." diye bağırarak, müşteri almaya çalışıyor. Bunlar, yeşil ve sarı taksileri pazarlayan şirketlerin görevlileri. Bandın başında beklerken, sarı taksilerin deskine gittim ve bu gece evlerinde konuk olacağımız Zehra Hanım'ın daha önce SMS ile gönderdiği ev adresini gösterdim. Kadın, tamam dedi ve 30 bin Tümen dedi. Cebimdeki Riyalleri çıkarmış arasından 30 bin Tümen seçmeye çalışırken, kadın paralar arasındaki bir banknotu seçti ve aldıktan sonra tamam dedi.

Nasıl yani? Hem 30 bin Tümen diyorsun, hem 50 bin Tümen alıp, "Tamam" diyorsun diye diklenir gibi oldum. Paramı geri alıp vazgeçecektim ki konuyu anladım. Kadın elimdeki paralar arasında 5 bin Tümen'e tekabül eden 50 bin Riyal almış. Meğer 30 bin Tümen'i ayrıca taksiye ödeyecekmişim. Aldığı 5 bin Tümen komisyon ücretiymiş. Mesele anlaşıldı. Dışarıda pazarlıkla taksi bulacağıma, adresi belli şirket aracılığıyla taksiye binmek için 5 bin Tümen (4 TL) komisyon ödemek mantıklı geldi.

Valizimi aldım, dışarı doğru çıkarken, Avustralyalı aileyle göz göze gelip vedalaştık.

Taksiciler kapıda karşıladı ve elimdeki fişi alıp, valizleri bagaja koydular. Şimdi Zehra Hanım ile Behnam Bey'in evine gidiyoruz.

Taksici adresi kolayca buldu ve doğru adresi bulduğundan emin olduktan sonra valizlerimizi indirdi.

Zehra Hanım ile Behnam Bey bizi kapıda karşıladı.

Akşam olmuştu. Zehra Hanım güzel yemekler hazırlamış. Sofraya oturmadan haber verdi. Başka konuklar da gelecek. Behnam Bey'in ablası, ablasının oğlu, gelinleri ve bir yeğeni...

Zehra Hanım uzun süre Antalya'da kaldığından Nevruz'da yeğenleri ziyarete gelememiş. Daha önce aktardığım gibi Nevruz İranlılar'ın en büyük bayramı. Kurban ve Ramazan bayramından da önemli Nevruz İranlılar için. Nevruz'da küçükler büyükleri evlerinde ziyaret ederlermiş. Dolayısıyla bu akşamki ziyaret, geçmiş Nevruz bayramını kutlama ziyareti olacak.

Önce yeğen geldi. Yemeği hep beraber yedik. Yemekten sonra da abla, oğlu, gelini ve küçük torunu geldiler. Küçükler Zehra Hanım ve Behnam Bey'in geçmiş Nevruz bayramlarını kutladılar.


İran'da Nevruz kutlamalarında aynı Hıristiyanlar'ın Paskalya
Bayramı'nda olduğu gibi renk renk boyanmış yumurtalar satılıyor.


Sohbetler edildi. Saat 23.00 gibi misafirler kalktı.

Biz de bir süre daha oturduktan sonra,. Zehra Hanım'ın bizim için hazırladığı odaya geçtik ve rahat bir uyku çektik.
27 Nisan 2016 (İran'da son günümüz)

Sabah 08.00 gibi Behnam Bey işe gitti. Biz Zehra Hanım ile birlikte kahvaltı yaptık. Kahvaltıdan sonra Zehra hanım bizim için yaptığı bugünkü gezi planını anlattı ve defterimize hem Latin alfabesi hem de Fars alabesiyle gideceğimiz yerler, otobüse bineceğimiz ve aktarma yapacağımız duraklara ilişkin notlar yazdı.

Zehra Hanım bugün rutin sağlık kontrolleri için hastaneye gidecek. Doktor randevusu var. Zehra Hanım'ın gideceği özel hastane eve yakın.

Hastane demişken, Zehra Hanım, İran'da sağlık sistemi, sağlık hizmetleri ve hekimlerin bilgi, birikim ve donanımlarının Türkiye'den de, hatta bazı Avrupa ülkelerinden bile iyi olduğunu aktardı.

Organ nakilleri konusunda da İran'da bir sıkıntı yok. Türkiye'de yapılabilen organ nakillerinin hemen hemen tamamının İran'da da yapılabildiğini belirtti.

Merak bu ya, İran'da cinsiyet değiştirme ameliyatı yapılıp yapılmadığını sordum Ziehra Hanım'a.  
Zehra Hanım emekli başhemşire olduğundan İran'ın sağlık sistemi hakkında geniş bilgiye sahip.Evet; İran'da cinsiyet değiştirme operasyonları yapılabiliyormuş ama ancak uzun tıbbi tetkiklerin ardından Sağlık Kurulu uygun görürse operasyona izin veriliyormuş.

İran'da Türkiye'de henüz yasal olarak yapılamayan bir uygulamadan söz etti Zehra Hanım. Kiralık anne. Tıbbi nederlerle çocuğu olmayan kadınlardan alınan yumurtalar ile eşinden alınan sperm, kiralık anne olmayı kabul eden ve bunun karşılığında belli bir ücret alan kadınların rahmine yerleştiriliyor ve 9 ay 10 gün sonra doğan bebek, yumurta ve spermin sahibi aileye teslim ediliyormuş.

İran'da yasal olarak bir kadın en fazla 5 kez rahmini kiraya verebiliyormuş. Yani 22 yaşındaki bir kadın 2 yıl arayla rahmini kiralasa 30 yaşına kadar bu yolla geçimini sağlayabilir.

Zehra Hanım rahim kiralamanın yani kiralık anne uygulamasının bir sakıncasına dikkatimizi çekti. Rahmini kiralayan annenin, bebeğin biyolojik anne ve babasını tanıması yasakmış. Yani ileride rahminde taşıyıp doğurduğu bebeği de tanımayacak. Peki diyelim ki, 1. kiralama döneminde doğan erkek bebek ile mesela 2 ya da 3'üncü kez rahmini kiraladığında doğan kız bebek büyüdüklerinde birbirleriyle evlenirse ne olacak?
 

Tamam yumurtaları veren kadınlar ve sperm alınan erkekler farklı kişiler ve biyolojik anne ve babalar ayrı ama her iki bebek aynı rahimde büyüdüklerinden kardeş sayılırlar mı sayılmazlar mı?
 

Türkçe'deki kardeş sözcüğünün "karındaş" yani aynı karında, aynı rahimde büyümüş ve doğmuş anlamına geldiğini hatırladım ve kafam karıştı.

Siz ne dersiniz bu konuda?


ŞAH'IN YAZLIK SARAYI SADABAD


İran sağlık sistemi hakkında da bilgi aktardıktan sonra gezimize başlayalım. Zehra Hanım bizim için Ajans'tan taksi çağırdı. İlk durağımız Sadabad Sarayı. Devrimden önce Şah'ın yaz aylarında kullandığı saraya gideceğiz.

Taksi geldi. Bizi sarayın kapısında bıraktı. Ama kapıdaki iri kıyım askerler, yanlış kapıya geldiğimizi söyleyince taksiye yeniden bindik ve askerlerin tarif ettiği kapıya gittik. İlk kez İran'da bir taksici bizi yanlış bir yere götürdü. Gerçi hatasını da hemen telafi etti.

Sarayın girişindeki bilet kulübesine gittik. Kocaman bir bahçe-park içerisindeki çeşitli bölümler için (7 ayrı müze) yine ayrı ayrı biletler satılıyordu. Biz kişi başı 20.000 Tümen ödeyerek Yazlık Saray'a girmek için bilet aldık.



Devrimden sonra Şah'ın saraylarının talan edildiği, bazı eşyaların mollalarca alınıp götürüldüğü söyleniyor. Ama yine de Şah'ın yazlık sarayı ihtişamını koruyor. Dev avizeler, kocaman ipek halılar, muhteşem porselenler, kristal avizeler, deri koltuklar, kadife perdeler, yağlı boya tablolar hepsi göz alıcıydı. Sergilenen eşyalardan biri 1978 yılına tarihlenen Alman Grundig marka renkli televizyondu. İlgimi çekti. Türkiye'de renkli televizyon yayını sanırım 1982 yılı sonunda başlamıştı.


Şah Rıza Pehlevi, önemli konuklarını bu sarayda ağırlayıp,
özel ziyafetleri de bu sarayda veriyormuş.



Sarayın hemen önündeki heykellerden biri.


Aynı heykeli yakından görelim.


Yazlık Saray'ın dışarıdan görünüşü.Sarayı, bir grup kızlı erkekli genç de bizimle birlikte geziyordu. Arada şamata yapan gençleri biraz sonra sarayın hemen dışında da gördük. Saraya bakıp bakıp çizim yapıyorlardı. Aralarından bir genç kız 3 yıl kadar İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nde okumuş. Sohbet ettik. Bahçeşehir için, "Adı üniversite ama sadece para alan işyeri"dedi.

Şimdi de Tahran'da mimarlık fakültesinde okuyormuş ve bir sömestr için sadece 100 TL karşılığı İran Riyali ödüyormuş. Hocaları eşliğinde geldikleri sarayda, pratik yapıyorlardı.

İstanbul'u çok sevmiş ama bir heves uğruna gittiği paralı üniversiteden hiç de hoşnut olmamış.

İran'da karşılaştığımız, konuştuğumuz hemen herkeste bir Türkiye, özellikle de İstanbul, ardından da Antalya özlemi ve sevgisi var. Çok seviyorlar Türkiye'yi. İran'da yaşayamadıklarını Türkiye'de yaşayabildiklerinden (Şimdilik) olsa gerek. "Siz özgürsünüz""Özgürlüğün kıymetini bilin" diyorlar.

Ben bilmesine biliyorum da, yüzde 49 biliyor mu emin değilim. İranlılar bilseler bizim de onların bir an önce kurtulmayı ümit ettikleri rejime doğru sürüklendiğimizi ne derler acaba?




Sarayın bulunduğu arazi 410 hektar genişliğindeymiş. Yani 4 bin 100 dönüm. Burası adeta cennetten bir köşe. Saraylar kompleksinin bulunduğu arazinin ortasından bir dere, çeşitli yerlerden de küçük küçük arklardan şırıl şırıl sular akıyor. Suyu gören çınarlar,. meşeler ve çeşitli ağaçlar serpilmişler ve park koyu gölge halini almış. Tahran'ın yaz sıcağından Derbent'ten sonra burası da bir kaçış ve serinleme noktası olabilir.




Sadabad Parkı'nı gezmek için ilkokul öğrencileri de öğretmenleri gözetiminde getirilmiş. İran'da kızlarla erkek öğrenciler ayrı öğrenim gördüğünden sadece kız öğrencileri görebildik. Tek tip okul formasının yanı sıra hepsinin başı tamamen örtülü.

Küçücük kızlara erişkin muamelesi yapıp başlarını örtseniz de, çocuk yine çocuk. İşte gölgeleri çizgi hayal edip sek sek oynaya oynaya giden bu kız çocuğu bunun kanıtı.

Arkada gördüğünüz yeşil minibüs de Sadabad kompleksi içindeki saray müzeler arasında ücretsiz yolcu taşıyor.



İşte İranlı küçük kız öğrenciler.


Kompleksin ana giriş kapısında, parkın tamamını ve müzeleri
ayrıntılarıyla gösteren bir çizim.


Zehra Hanım, bugünkü gezimiz için bize 4 saatlik bir plan yapmıştı. Zaten bunun neredeyse 45 dakikası geliş yolurnda 1 saati de Sadabad'ta geçti.

Geziyi kısa kesip, ikinci durağımız olan Tecriş (Tajrish) pazarına gitmemiz gerek. Buraya yakın olduğunu biliyorum ama taksici 15 bin Tümen istedi. Yürüyerek 10 dakikada gidebileceğimiz bir yol ama bugün zamanımız kısıtlı. Sinirlendim 5 bin Tümen teklif ettim. Olmaz dedi, sonra diğer taksicilerin yanına gitti söylene söylene. Derken o taksicilerden biri 10 bin Tümen'e götürebileceğini söyledi. Taksiye bindik 5 dakika sonra Tecriş Pazarı'ndayız.

Burası bir kapalı sebze meyve pazarı. Zehra Hanım'ın anlattığına göre, Tahranlı zenginlerin sebze meyve ihtiyaçlarını temin ettikleri sosyete pazarı. Burada, İran'da yetiştirilmeyen, ithal sebze meyveler bulunabiliyormuş. Mesela İran'da bilinmeyen enginar Türkiye'den getirilip burada satılırmış.

Şöyle bir dolandık. Hakikaten en taze sebze ve meyveler satılıyor. Ama fiyatlar pahalı.



Tecriş ya da Tajrish Pazarı


Ayıklanıp, temizlenmiş sebzeler

Bazı sebzeler ise temizlenmiş, soyulmuş, ayıklanmış halde satılıyor. Burası sosyete pazarı ya. Sosyete hanımlar yemek hazırlarken sebze temizlemek, ayıklamak ya da doğramakla uğraşmasın diye manavlar onlar için özel olarak sebzeleri hazırlıyor. Hanımlara da eve götürüp doğrudan tencereye atmak kalıyor.

Böyle bir pazarın Suriye Halep'te de olduğunu hatırlıyorum. Tembel Avrat Pazarı idi adı. Halepli sosyete, zengin ve de tembel hanımlar burada temizlenip, doğranmış hazır sebzeleri alıp, pek fazla zahmete girmeden yemeği hazırlayıveriyorlarmış.

Gerçi bakın savaş bu ülkeyi ne hale getirdi. Halep'te şimdi ne sosyete hanım kalmıştır ne de temizlenip doğranmış hazır sebzeler satılan pazar. Vay ki vay...




Tecriş pazarından çıktık, sırada hemen yanındaki İmamzade Salih Türbesi var. Girişte yine kadınlar ayrı bölüme alınıp çarşaf giydiriliyor.

Gül, "Ben herkesin giydiği o çarşafları tekrar giymek istemiyorum. Şiraz'da benzer bir türbeyi gördüm. Sen içeri girdiğinde ben de yandaki çiçekçilere bakayım" dedi.

Ayrıldık. Ben yine girişte ayakkabılarımı bir poşete koydum.

Aynı Şiraz'daki İmam Seyyid Ahmed'in türbesindeki gibi, yüz sürenler, göz yaşı dökenler, dua edenler...



Burada da Şiraz'daki mescitteki gibi cam ve aynalar kullanılmış dekorda ama Şiraz'daki kadar gösterişli ve görkemli değil.
Tertemiz bir ibadethane. Namaz kılanlar yine alınlarının değeceği yere secde taşı koymuşlar. Türbe ziyaretini tamamlayanlar yine geri geri kapıya kadar çıkıp, ayakkabılarını giydikten sonra arkalarını dönüp gidiyorlar.


Türbenin parmaklıkları arasında öylece bakıyor bakıyor ve dua ediyorlar.
Belediye otobüsünde erkekler bölümünde bir kadın: Gül

Türbe ziyaretini de tamamladık. Şimdi eve döneceğiz. Ama bu kez taksiyle değil. Daha önce dolmuşa ve metroya binmiştik ama İran'da belediye otobüsü kullanmamıştık. Şimdi belediye otobüsünü deneyeceğiz.

Tecriş'te belediye otobüslerinin harekat merkezi var. Çok sayıda otobüsün ilk kalkış yeri burası. Otobüs bileti almak için gişeye gittik. Görevli kredi kartına benzer bir kart verdi. İçine de aktarmayla tek yön gidebileceğimiz kadar para yükledi. İran'da belediye otobüsleri ve metroların çok ucuz olduğunu söylemiştim. Tek yön gidiş otobüs ücreti 55-56 kuruşa geliyor.

Hangi otobüse binmemiz gerektiğini sorduk. İlk kalkış durağı olduğu için şoförün yanı sıra sakallı bir görevli otobüsün kapısına dikilmiş, yolculara yardımcı oluyor, ayrıca erkek ve kadın yolcuları binecekleri kapıya yönlendiriyor.

İran'da kadınlar ve erkeklerin metro ve belediye otobüslerinde ayrı yolculuk yaptıklarını ilk bölümde aktarmıştım. Eğer otobüsü kullanan şoför erkekse, kadınlar arka bölüme biniyor. Belediye otobüslerinde kadın şoförler de çalışıyor. Şoför kadınsa kadınlar öne, erkekler arka tarafa biniyor.

Bizim bindiğimiz otobüsün şoförü kadın olmalı ki, sakallı görevli kadınları ön kapıya yönlendirdi. Biz Gül ile kapı önüne geldiğimizde ayrı ayrı mı, beraber mi bineceğimiz konusunda tereddüt yaşadık. Bize bineceğimiz otobüsü gösteren genç, her ikimizin de erkeklere ayrılan bölüme binebileceğimizi söyledi ve bindik. Sakallı görevli sesini çıkartmadı.

Gül, erkeklerin bölümüne bindi diye hemen arkadan gelen İranlı bir kadın da erkeklerin bölümüne binmek istedi, IŞİD
militanına benzer görevli elini kapıya gerip kadına sert bir ifadeyle ön kapıya gitmesini söyledi. Kadın buna rağmen itiraz eder gibi yapıp basamağa adımını atmaya ve içeri girmeye çalıştı. IŞİD militanı görünümlü görevli yine kolunu kapıya gerdi ve kadını ittirerek ön kapıya gitmesini istedi. İranlı kadın daha fazla ısrarcı olmadı.

Otıbüste bize yardımcı olan gence otobüsün içinde fotoğraf çekmenin yasak olup olmadığını sordum. Çekebilirsin yanıtını alınca da Gül'ün fotoğrafını çektim. İran'da erkeklere ayrılmış bölümde bir Türk kadının seyahatini belgelemiş oldum.

Fotoğrafı İnstagrm'da yayınladım. İnstagram'da yayınladığınız fotoğrafların aynı anda Facebook ile Twitter hesaplarında da paylaşılması mümkün.

İran'da Facebook ve Twitter yasak (Twitter zaman zaman açılıyormuş) ama İnstagram serbest.

Gül'ün belediye otobüsünde erkekler bölümünde seyahat ettiğini gösteren fotoğrafı, "İran'da bir yasağı daha deldik"altyazısıyla paylaşınca, Türkiye'deki arkadaşlarımız meraklanmış.

Öyle ya bir kaç gün önce Azadi Meydanı'nda Gül başörtüsünü çıkartıp fotoğraf çektirmiş, bunu yine İnstagram aracılığıyla Facebook'ta paylaşmıştım. Aynı günün akşamı da konuk olduğumuz evde şarap içmiş ve fotoğrafını paylaşmıştım.

Üçüncü fotoğraf arkadaşlarımızı endişelendirmiş. İran'da gözaltına alınabileceğimizi, hatta kırbaçlanabileceğimizi düşünenler olmuş.

Durum böyle değil tabii. İran'da bazı yasaklar bir şekilde tavsamış. Tamamen kaldırılmamış ama zaman zaman özellikle de turistlerin bu yasakları ucundan bucağından delmelerine kimsenin bir şey dediği yok.

Tabii bu yazdıklarımdan, İran'a gidip de başınızı açın, uluorta içki içebilirsiniz falan demek istemiyorum. Gittiğiniz ülkenin yasalarına, kurallarına uymakla mükellefsiniz ama bizim gibi zaman zaman küçük espriler içeren yasak delme girişimleri elbette mümkün. Kontrollü olmakta fayda var.

Alkol meselesine gelince...

Evet, alkol tüketimi İran'da yaygın. Tamam, yasak ve marketlerde alkollü içkiler satılmıyor ama el altından her isteyen alkollü içki bulabiliyor. Şarap, votka, viski hemen her türlü alkollü içecek el altından satılıyormuş.

Zaman zaman yasa dışı alkollü içecek satanlara yönelik "göstermelik" operasyonlar düzenlenip, ele geçirilen alkollü içecekler imha ediliyormuş...

Ama bir şey öğrendim ki, doğru olup olmadığından emin değilim. İran'da iktidarda mollalar var. Tamam bir de parlamento var seçimle gelen. Ancak hemen her konuda mollalar ne diyorsa o oluyor. Ticarette de siyasette de mollalar piyasaya hakim. Hatta ve hatta., İran'daki el altından yapılan alkollü içecek ticareti de mollaların, hadi mollaların demeyeyim de, mollaların adamlarının kontrolündeymiş. Yani alkollü içecek ticaretinin tatlı kârı bir şekilde mollalara akıyormuş...
Mollaların günahını aldıysam affetsinler ama ateş olmayan yerden duman çıkmaz derler diye de bir atasözü var.

Haaa bir not: İran'da düğünler çok eğlenceli, görkemli olurmuş. Kadın erkek karışık yapılan düğünlerde alkol su gibi akarmış. Peki nasıl oluyormuş bu. Bir İranlı'nın bize aktardığına göre, düğünden günler, haftalar önce düğün sahibi, bölge karakolu ya da ilgili güvenlik biriminin üst düzey yöneticileriyle bir şekilde bağlantı kurup, dağıtılacak rüşveti takdim edip, düğünde alkol alınmasına göz yumulacağının teminatını alıyor ve düğün günü kontrole gelen (eğer gelirlerse) görevli içeriye girmeden, eğlenceye ve akola göz yumup, gerisin geri gidiyormuş.


Hay Allah! Belediye otobüsündeyken konu nerelere geldi. Biz yolculuğumuza devam edelim. 6-7 durak gittikten sonra, bize yol gösteren genç burada ineceğimizi ve aktarma yapacağımızı söyledi. O gençle beraber indik ve arkasından yürümeye başladık. 150 metre kadar gidip, başka bir duraktan yeni otobüse bindik. İneceğimiz ve buradan dolmuş taksiye bineceğimiz Pole Modiriyetdurağına geldiğimizdi, bize yardımcı olan genç inmemiz gerektiğini söyledi.

İnip, yaya üst geçidinden yolu öteki tarafına geçeceğiz. Otobüsten iner inmez yanımızda 20 yaşlarında bir genç belirdi. Demek ki otobüste bize kulak misafiri olmuş. Beraber gidelim, ben de aynı yere gidiyorum dedi. İsmi Ali. Türkçe ve İngilizce bilmiyor ama bize yardım etmek için can atıyor.

Gül, ben ve Ali dolmuş taksinin arka koltuğuna oturduk; öne de İranlı bir genç kız geldi. Dolmuş hareket etti. Ali'ye dolmuşun ne kadar olduğunu sordum; Bin Tümen (80 Kuruş) olduğunu söyledi. 2 bin Tümen çıkartıp şoföre uzattım. Ali de kendi ücretini uzattı. Şoför hoşnutsuz tavırla Ali'ye bir şeyler söylendi. Ali karşılık verdi ama sonra cebinden çıkartıp 7 bin Tümen daha verdi şoföre. Anladığım kadarıyla, şoför bizim için bin değil, 3'er bin Tümen istemiş. Meseleyi kavradım. Cebimden 5 bin Tümen çıkartıp Ali'ye vermek istedim ama ne yaptımsa kabul etmedi.

Bakar mısınız, dolmuş ücretimizi gencecik, muhtemelen öğrenci bir çocuk ödüyor. Üzüldüm. Fakat o da ne. İneceğimiz durağa gelmeden kısa süre önce şoför pişman olmuş olacak ki, Ali'den fazladan aldığı 5 bin Tümen'i geri verdi.

Aralarında ne geçti, ne konuşuldu anlayamadık tabii.

Dolmuş taksiden indik. Ali yolun karşısına geçip gideceği yere yürüyecekti ama gideceğimiz adresi telefondaki SMS'ten gösterdik, ne yvne gideceğimizi sorduk. Ali, işini güvünü bıraktı, gideceğimiz yere kadar eşlik etmek üzere peşimize takıldı. Kendisi de gideceğimizsokağın neresi olduğunu tam olarak bilmiyor ama o da bir kaç kişiye sordu ve Zehra Hanım'ın evinin bulunduğu sokağa geldiğimizi köşedeki bakkal irisi marketi görünce anladım ve Ali'ye teşekkür ettim.

İran'da böyle işte. Adresi sordunuz mu, el kol işaretiyle anlatmak yerine sizi gideceğiniz yere kadar götürüyorlar. Bir Ali'nin nezaketine bakın, bir de dolmuş-aksi şoförünün fazladan para istemesine...

Dedim ya, İranlılar çok ama çok iyi, çok misafirperver insanlar ama ticarette değil.

Zehra Hanım bizi kapırda karşıladı. Gezimizin nasıl geçtiğini sordu. Yiyecek içecek bir şeylerle donattı masayı.

Sonra öğleden sonraki doktor randevusu için bizi Gül ile evde yalnız bırakıp çıktı.

Akşama Behnam Bey gelince yine yemek ve ardından 2 kadeh viski. Sohbet koyulaştıkça koyulaştı ama bizim de uçak saatimiz yaklaştı. Türkiye'ye dönme zamanı. Uçağımız sabaha karşı 04.25'te... Ama en az 2 saat önce havalimanında olmak gerek.

Saat 23.45 gibi, Ajans'tan taksi çağırdılar ve 60 kilometre mesafedeki havalimanı için fiyatta anlaşma yaptılar. 60 bin Tümen (50 TL) ödeyecektik. Ancak tüm Riyalleri tüketmiştim. Şoföre 20 Dıolar vereceğimi önceden söyledim, kabul etti. Saten 20 Dolar 70 bin Tümen değerinde. Mesele yok.

İRANDA KADIN GİYİMİ VE MODA

Eveeet.... Bu bölümün sonuna doğru size son dönem İran kadın giyim modası hakkında fikir verecek bazı fotoğraflar vereyim ve yorum yapmadan sizleri bu fotoğraflarla başbaşa bırakayım. Ardından da İranlı kadınların burun estetiği merakı hakkında bir kaç kelam edeceğim.


Mina Taeei ülkenin ilk aylık moda dergisinde model olarak çalışıyor.
Rus bir anne ve Tebrizli bir babanın kızı.











Bir moda çekiminden



İRANLI KADINLARIN BURUN ESTETİĞİ

İran'da vücutlarını ve başlarını kapatan kadınlar. vücutlarının görünebilen tek leri olan yüzlerine çok ilgi gösteriyorlar. Harika makyaj yapan, zaman zaman makyajda aşırılığa kaçan İranlı kadınlar, burunlarının güzelliğine depek önem veriyor.

İran'da burunları ameliyattan yeni çıktıkları için bandajlı olan o kadar çok İranlı kadın gördük ki. Estetik ameliyatları konusunda İran'daki cerrahların hayli deneyimli ve yetenekli oldukları da söyleniyor.



Bir önceki bölümde, Şiraz Havaalanı'nda karşılaştığımız,. Almanya'da yaşayan İran asıllı genç kızdan söz etmiştim. O kızın da burnuna yeni estetik operasyon yapılmış. Alman kültürüylle yetişen genç kız, 18 yaşın kendisine verdiği cüretle zaman zaman başını açıyor, saçını tarıyor; bu esnada karşyıda oturan annesi kaş göz işaretiyle başını kahpatmasını istiyor ve başlarına bir şey gelebileceğinden endişye ediyor. Ergenlik emareleri gösteren genç kız ise umursamaz havalarda.

Dayamayıp sordum. Almanyalıyım dedi. Tabii esmerliği,. görünüşü hiç de Alman'a benzemiyor. Başka bir ülkede olsa ırkçılık sayılabilecek o soruyu sordum. Tamam da orijinal milliyetin ne diye sordum. İranlıymış.

Hem anneanne, babaanne ziyaretine gelmişler. Gelmişken de, burnunu maharetli İranlı estetik cerrahların eline bırakmış. Almanya'ya estetikli burunla dönecek.






Bu bölümün de sonuna geldik. Bu bölüm biraz uzun oldu. Umarım sıkılmamış ya da sonuna kadar okumaya tahammül edebilmişsinizdir.

Yarın yayınlayacağım son bölümle İran seyahati notlarımızı sonlandıracağım. 8 günlük bir gezi için epey malzeme biriktirmiştim. Daha yazacak çok şey var ama bu kadar yeter.

Son bölümde buluşmak üzere...

Hiç yorum yok: