Bu Blogda Ara

20 Mart 2013 Çarşamba


BERLİN’DE İKİNCİ GÜN

Berlin’de ikinci günümüz. Yol arkadaşlarımız Hüseyin ve Füsun, Antalya’daki alışkanlıklarını sürdürdükleri için her sabah saat 06.00 gibi ayaktalar. Eşim Gül ile biz de erken kalkıp hazırlanmıştık ama Hüseyin Aslan telefon etti “lobideyiz” diye. Saat 08.00’de biz de lobideydik.

Berlin’e gitmeden önce yeme-içmeyle ilgili bazı araştırmalar yapmıştım.  Defterdeki notlarımdan, otel yakınlarındaki bir pasta fabrikasından söz ediliyordu. İlginç bir deneyim olabilir diye düşündük. Bu notu da başka gezginler yazmışlardı bloglarında. Otelin kapısı önündeki taksici Türk’tü, adresi sorduk.

“Çok uzak değil, yürüyerek de gidebilirsiniz” deyince yürümeye karar verdik. Araya sora, caddeyi, sokağı ve numarayı bulduk ama o adreste böyle bir pasta fabrikası yerine sıradan bir cafe vardı. Azıcık canımız sıkıldı, geri dönmeye karar verdik. Derken aklıma geldi. En iyisi Kreuzberg’e gidip, yine bildiğimiz gibi bir Türk kahvaltısı yapmak. Fikir hemencecik kabul gördü. Bu fikrin kabul görmesindeki en büyük etken elbette ‘Çay’ oldu. Nedense çay içmediğimiz günlerde bir baş ağrısı, bir mahmurluk oluşuyor bende. Demek ki herkeste oluyormuş bu durum. Tiryakilik ya da bağımlılık bu olsa gerek.

Taksiye bindik. Kadın taksici bizi 15 dakikada Kreuzberg’teki Kottbusser Tor’da indirdi. Tam da meydanda Güneydoğulu hemşehrilerimizin işlettiği büyükçe bir “Simit Sarayı.”

İkişer simit, harika bir tulum ve beyaz peynir. Yine güzel bir mozzeralla, zeytin, reçel, bal, tereyağı, domates, salatalık ve yanında elbette duble çaylar. Mükellef bir kahvaltı.

Gezimizi planlamıştım. Nerelere gideceğimizi sıraya koymuştum. Ancak buna gerek kalmadı. Gezi arkadaşımız Hüseyin hal-hatır sormak için Isparta’da lisede birlikte okudukları arkadaşı Osman’ı aradı. Çoğu Türk gibi Kreuzberg’te oturan Osman Bey 5 dakika sonra yanımızdaydı. Zamanı müsaitmiş, arabası da var. Bizi gezdirmeye gönüllü oldu. Bir kilisede yarı zamanlı  çalışan eşi Nuriye Hanım da şehir turumuzun yarısında bize katılarak rehberliğimizi üstlendi. Böylesi daha mı iyi oldu ne? Ulaşım için vakit harcamadan ve bilen birinin rehberliğinde gezmek daha iyi olacaktı.

Nuriye Hanım bize katılmadan önce hemen Kreuzberg’teki o ünlü, Berlin Duvarı dibine bir Türk tarafından kurulan gecekonduyu görmeye gittik. Sık sık gazete-tv haberi oluyor ama gözümüzle görmek başka olacaktı.

Şansımız yaver gitti. Gecekondunun (Aslında hobi bahçesi evi demek daha doğru) sahibi Trabzonlu Mustafa Akyol ile eşi Elmas Hanım oradaydı. Bahçelerindeki büyük ağaç budanıyordu. Bu işi kendilerinin yapmalarına izin verilmemiş, Kreuzberg Belediyesi bir vinç göndermiş, devasa ağaç Alman belediye işçileri tarafından budanıyordu. Yere düşen dalları da Elmas Hanım ile eşi parçalayıp, bahçede istifliyorlardı ki, sobada, mangalda yakabilmek için.

Berlin Duvarı'nın dibindeki iki gecekondudan biri Malkaralı Mustafa Akyol'un

Malkaralı Mustafa Akyol ile eşi Elmas Teyze, arazilerindeki ağaçtan budanan dalları toplayıp odun yapıyorlardı

Başladık sohbete. Mustafa amca ’Lazlığı’ ile gurur duyuyor. Hem kendisinin, hem de eşi Elmas teyzenin Karadeniz şivesi aynen yerinde. Küçük bir bahçeleri ve bahçede küçük bir tahta kulübe… “O ünlü gecekondu bu mu” diyoruz ama bahçenin bitişiğinde daha genişçe bir bahçe ve daha irice ve iki katlı bir başka tahta ev gözümüze çarpıyor.

Osman Kalın'ın Berlin'deki gecekondusu

Osman Kalın'ın ahşap gecekondusu. Türk ve Alman bayrakları balkonda dalgalanıyor
Meğerse, Berlin Duvarı’nın dibince bir değil, iki Türk’e ait bahçe ve gecekondu türünde tahta baraka ev varmış. Diğer ev de Yozgatlı Osman Kalın’a ait. Biraz sonra komşu 87 yaşındaki Osman Kalın ile oğlu Mehmet Kalın geliyor. Her iki evin sahibinden hikayelerini ayrı ayrı dinliyoruz ama bir şey dikkatimizi çekiyor. Kiminle konuşursak, diğer aile yanımıza yanaşmıyor. Küs oldukları çok belli. Berlin’in göbeğindeki araziyi parselleyen biri Yozgat, diğeri Trabzon Malkaralı iki komşu, aynen Türkiye’de olduğu gibi arazi meselesi yüzünden tartışmış ve darılmışlar.

Bunu da öğrendik. Komşulardan biri, diğeri Türkiye’ye izne gidince çiti öteleyerek, kendi arazisini genişletip, diğerinin arazisine girmiş. İzinden dönen komşu bu durumu fark edip, çiti eski yerine getirmek isteyince anlaşmazlık çıkmış. Hangisi hangisinin arazisine girmiş bunu yazmayayım isterseniz.

DUVARIN DİBİNDEKİ ARAZİ

Berlin Demokratik Almanya ve Almanya Federal Cumhuriyeti tarafından ikiye ayrıldıktan bir süre sonra, Doğu Almanya (DDR), kaçışları önlemek için Berlin’i bir duvarla ikiye ayırmaya karar verir. Duvar Kreuzberg tarafından geçerken, sanırım yakınındaki kiliseden olacak, kendisine ait araziden 8-10 metre içeriden duvarı örer. Böylece aslında Douğu Berlin’e ait olan 8-10 metre genişliğinde 40-50 metre uzunluğundaki bir arazi parçası Batı tarafında kalır. Arazi Doğu’ya ait olduğundan Batı Berlin yönetimi bu araziye dokunmaz, dokunamaz. Boş kalan arazi bir süre sonra çöplüğe dönüşür. 1964 yılında “Misafir işçi” statüsüyle Almanya’ya gelen Osman Kalın, arazinin sahipsiz olduğunu fark ederek, çöplüğü temizler ve buraya lahana başta olmak üzere bazı sebzeler eker. Kimsenin sesinin çıkmadığını görünce araziyi ufak ufak genişletir. Bahçeye geldiğinde dinlenmek, ihtiyaçlarını gidermek, bahçe malzemelerini koymak üzere de küçük bir kulübe inşa eder. İhtiyaç arttıkça tahta kulübeye odalar ve ikinci kat eklenir.


Osman Amca'nın gecekondusundan bir oda

Osman Kalın'ın evinin içinden dışarı uzanan ağaç

Yozgatlı Osman Kalın'ın gecekondusunun ikinci kat balkonundayım
Duvar yıkıldıktan sonra kazanılan arazi yine bizim Türklerin bahçesine eklenir. Buna ilişkin ilginç de bir hikaye dinledik. Duvarın  yıkılmasından sonra ABD’den bir televizyon ekibi gelir. Gecekondu sahibini bulurlar, duvarın yıkılmasının iyi olup olmadığını sorarlar. Amaçları, “Duvar yıkıldı iyi oldu. Komünist rejimde yaşayanlar özgürleşti” gibi Amerikan propagandasına yönelik bir yanıt almaktır.

Osman Kalın zokayı yutmaz ve yapıştırır cevabı:

 “Evet. Duvarın yıkılması iyi oldu. Bu sayede benim bahçem duvara doğru biraz daha genişledi.”

Bu cevaba şapka çıkartılır.

Artık turistlerin de yoğun ilgi gösterdiği “Bizim gurbetçi Türkler”in gecekondusu zamanla rahatsızlık yaratır. Arazi, Berlin’in alt kademe belediyeleri Mitte ve Kreuzberg belediyelerinin sınırındadır. Mitte Belediyesi gecekonduları yıkıp, bahçeleri kaldırmak istese de Kreuzberg Belediyesi karşı çıkar. Çoğunluğu Almanlar’dan oluşan bazı sivil toplum kuruluşları da, bölgenin artık bir kültürel değer olduğunu, gecekonduların da “Kültür Varlığı” olarak korunması gerektiğini öne sürerek, yıkımı engeller.

Arazilerin tapusu yok. Belediyelere de ait değil. Peki bu arazilerin sonu ne olacak? Bunu da sordum. Gecekonduları yapan ve bahçeyi kullananlar yaşadığı sürece mülk onlara ait. Ama öldüklerinde miras yoluyla çocuklarına geçmesi imkansızmış. Bakalım ne olacak?

Konuyu uzattığımın farkındayım. Ama, bir şehir gezisindeki bu öykü bana müzeler, saraylardan daha ilginç geldi nedense.

Sohbet uzadıkça uzadı. Bu arada Osman Kalın’ın oğlu Mehmet Kalın, çaydanlığa su koydu kaynattı, sonra kahve ikram etti. Gecekondunun önündeki masaya oturduk. Hava da güneşli. Keyfimiz de gayet yerinde.

Biz Osman Kalın’ın gecekondusunun önünde oturur, evin içini gezer, kahvemizi içerken Osman Kalın, bahçeyi ekip biçmeye, gecekonduyu yapmaya başladığı dönemde Alman bürokrasisi ile uğraşmasında kendisine en büyük desteğin, hemen yakındaki Thomas Kilisesi’nin Papazı Herr Müller’den geldiğini anlattı. Osman Amca Papaz Müller için sık sık “Çook iyi adam çookk” dedi.



Osman Amca Papaz Müller ile...

Gecekonduların yanındaki kilise
Biz Osman amcalarla sohbet ederken, bitişik komşu Akyol ailesi ağaç budama, odun yapma işine devam etti. Bizden yana bakmadılar bile. Akyol ailesiyle sohbetteyken de Kalın ailesi oralı olmadı.


Bir ara Akyol ailesinin oğlu, bir arkadaşıyla geldi ve gitti.
Osman Amca’nın evinin önünde kahvelerimizi yudumlarken, kilisenin 2 yıl önce emekliye ayrılan ve bugün 67 yaşında olan Papazı Herr Müller, Akyol ailesinin yanına geldi. Kalktım yanlarına gittim ve Papaz Müller ile tanıştım. Uzunca boylu, gayet fit ve enerjik, saçları dökülmemiş, güleryüzlü papaz hararetle selamladı.

Şanslı günümüzdeymişiz ki, biraz sonra da Herr Müller’den papazlığı devralan yeni papaz 35 yaşındaki Claudia Mieth (Claudia Mieth, defterime adını, soyadını kendi yazdı. Ünvanını da:  Pfarrerin) geldi. Bu hanım da, kot pantolunu ve sade giyimi, yüzünden eksilmeyen gülümsemesiyle sohbete katıldı. Türk komşularıyla ne kadar iyi geçindikleri belli. Onların en büyük yardımcısı eski ve yeni papaz olmuş.

Eski ve yeni papaz ile Elmas Teyze ve Mehmet Amca'nın fotoğrafını çektim.

Eski Papaz Herr Müller ile yeni papaz Bayan Claudia Mieth
Bu kadar ayrıntıya girersem, bu gezi yazısı bitmeyecek gibi. Konuyu burada keseyim isterseniz.

Gezinin 2. gününün kalan bölümünü devam edeceğim. Ama söz; bir daha sizi bu kadar uzun yazarak yormayacağım.

Hiç yorum yok: