Bu Blogda Ara

30 Ağustos 2013 Cuma

KARAVANLA 40 GÜNDE AVRUPA TURU (12)


PRAG'A DOĞRU

(Bu kez Avusturya polisi...)


Efendim, nerede kalmıştık?

Viyana'dan Prag'a gitmek üzere yola koyulmuştuk. 2 saat kadar gittik ve saat 21.30 sıralarında hava karardı. Yağmur da hızını artırdı. Prag'a daha 250 kilometre yol var. Gece gece yola devam edecek değiliz. Zaten yağmur ayrı bir risk. Otobanda değiliz. Yağmurun kayganlaştırdığı dar yollar tenha olsa da her zaman kaza riski taşır.

Telsizden Yavuz ağabeyle haberleştik. Müsait bir yere çekelim, uyuyalım, sabah erkenden yola çıkarız diye anlaştık.

Önde Yavuz ağabey. Sağa saptı, küçük bir köye girdik. Brunn Ander Wild bölgesindeki Neukirchen'deyiz.

K48.6814166
D15.5581249

Köyün meydanı yok. Karavan park edecek kadar bir alan yok. Geri döndük. Köyden çıkmadan, yolun sol tarafındaki hemen hemen son evin önüne, evlerin kapısını engellemeyecek şekilde park ettik.

Yatmak için hazırlık yaparken fark ettim. Sağdaki evin bahçesine çıkan bir amca sigara içiyor ve meraklı gözlerle bize bakıyordu. Hemen arkamdaki Yavuz Bey'in karavanının solundaki evin sakini de aynı ilgiyle ve alıcı gözle karavanı süzmüş.

Karavanlarımız alkovenli olsa daha mı iyiydi acaba? Bizim camper karavanları neye benzettilerse biraz çekindiler, ürktüler demek ki. Umursamadık uykuya daldık.

Saat 02.00 sıralarında karavanın kapısı sertçe vuruldu.

Tak... tak... tak... tak...

Postacı kapıyı iki kez çalar da polis kaç kez çalar acaba?

Üst kısmımda fanila, altımda boxer uyandım. Kapıyı açtım. Karşımda iki genç polis. Benden önce de Yavuz Bey'i uyandırmışlar.

Ahmet Yiğit de uyandı. Polisin söylediklerini tercüme etti. Zaten tercümeye gerek yok, ne demek istediğini vücut dillerinden rahatlıkla anlayabiliyoruz.

Polisler gayet kibar. Araçlarımızın karavan olduğunu anlamışlardı. Aile görünümümüz de onları rahatlatmış olmalı.

Beyefendi. Önüne park ettiğiniz evin sahibi, polis merkezine telefon etti. Araçlarınızın, evlerinin önünde kalmasını istemiyorlar. Bu köyün ahalisi, başka bir ülkeden gelen araçların evlerinin önüne park etmesinden korkuyor. Biz sizi daha güvenli bir yere götürelim. Geceyi orada geçirin. Orada TIR'lar da park ediyor.

Polisler otomobille önümüze düşüp, eskortluk yaptı. Aynı bölgede 3,8 kilometre ötede, Waldviertled Bundesstrasse'de ana yola servis yolu gibi düşünülebilecek, toprak bölgeye geldik. Polisler, TIR'ın arkasına park edebileceğimizi, buranın gayet güvenli olduğunu, kimsenin de bizi şikayet etmeyeceğini izah etti.

K48.6820283
D15.5578400

Teşekkür ettik. Yeniden uykuya dalmadan önce saat 07.00'de uyanıp,. yola devam etmek üzere sözleştik.

Sözleştiğimiz saatte 07.00'de uyandık. Yavuz abiyle telsizden haberleştik. Ev halkı, pardon karavan ahalisi uyurken marşa bastık. 1 saat kadar direksiyon salladık ve Çek Cumhuriyeti sınırına , Neu-Nagelberg'e ulaştık.

Sınırda kenara çektik. Ormanlık alandayız. Kahvaltı yapacağız. Kahvaltı hazırlanırken, kapıyı açıp dışarı çıkayım istedim ama bin pişman oldum. Sivrisinek ordusu öyle bir hücum etti ki.

Türkiye'den 92 kiloluk, semirmiş, 17 yıldır sigara içmemiş, damarları belirgin birisi gelse de kanını emsek diye beni bekler dururlarmış meretler.

Tam sınırı geçmeden Avusturya tarafında yolun sağ tarafındaki ormandan 5 dönüm kadar yeri kesmişler, tomruk deposu yapmışlar. Burada kahvaltımızı yaptık. Kahvaltının ardından Havva Hanım ocağa kuru fasulye koymuş, onun da pişmesini bekledik. 2 saat kadar oyalandık bu bölgede.

Sınırda, her iki ülke AB üyesi olmadan kullanılan gümrük ve polis binaları var. Avusturya tarafında kimse yok. Çek tarafında, polis ve gümrük görevlilerinin ekip otoları var. Biz 20-25 km hızla sınırı geçerken, polis ve gümrükçülere doğru baktık. Acaba durduracaklar mı diye. Ama onlar sanırım TIR'lar ve ticari araçlarla ya da şüphelendikleri araçlarla ilgileniyorlardı. Yolumuza devam ettik.

Bu arada akaryakıt istasyonlarına girip, vinyet bakıyoruz. Zaten otobanda değiliz. Otobanda olmadığımızdan vinyet almamız zorunlu değil. Benzinciye sorduk, akaryakıt alan bir otomobilin İngilizce bilen sürücüsüne sorduk, bu bölgede vinyet satılmıyormuş.

Yeniden yola çıktık. Dar ama her iki tarafı yeşil, yemyeşil bir yoldan ilerliyoruz. Gül Hanım arada pencerenin camından fotoğraf çekmeye çalışıyor. Araç hareket halindeyken çekilen fotoğraf ne kadar verimli olacaksa.

Bu yolda araç kullanmak da, seyahat de çok zevkli.

Yolda o kadar çok bisikletli gördük ki. Anne-baba, iki çocuklarıyla bisiklete biniyor.

Derken Trebon isimli küçük bir yerleşim yerine geldik. Küçük kasabanın meydanına park ettik. Sonradan google'a sordum. 9 bin nüfuslu bir yerleşim yeriymiş burası.

Trebron'da tam da buraya park ettik. Şirin, güzel bir kasaba. Fotoğrafı ben çekmedim. Google'den aldım.



Karavanları park ettiğimiz meydanın karşısındaki marketten ekmek, plastik tabak vs gibi ihtiyaçlarımızı aldık. 15 dakika kadar da kasabayı turladık. Ayaklarımız da açılmış oldu. Uzakdoğu kökenli birinin çalıştırdığı dükkanda hoşumuza giden bir rüzgar gülünü de satın aldık.

Kısa süre dinlenme

Trebon, sessiz, sakin, küçük bir kasaba.

Komünist dönemden kalma küçük, şirin bir otomobil.

Fotoğrafını çekerken, sahibinden izin istedim. Kırmadı.
Markası ya da modeli: Trabant 601

TrabantDoğu Almanya yapımı otomobil. Sahip olmak yıllarca beklemeyi gerektirirdi.
Adını üretime başladığı yıllarda uzaya fırlatılan Sputnik'ten alan ve Almanca uydu anlamına gelen Trabant'ın üretimine 1957'de başlandı.

Trabant'a binerek Checkpoint Charlie sınır kapısından Batı Berlin'e giren Doğu Almanyalıbir çift (14 Kasım 1989)
Trabantlar, sosyalist rejimin statü sembollerindendi. Halk arasında Trabant'ı olanlar ve olmayanlar diye bir ayrım vardı. Trabant'ı olanlar şanslıydı. Zira Trabant'a yani Almanya'da halk arasındaki adıyla Trabi'ye sahip olmak o kadar kolay değildi. Trabi sahibi olmak için önce devlete bu talep iletiliyor daha sonra da teslimat için sıraya giriliyordu. Alıcılar oluşturulan listelerde sıranın kendilerine gelmesi için ortalama 12-13 yıl bekliyordu. (Bu bölüm Wikipedi'den alınmıştır.)

Bu kısa molanın ardından yola devam ettik. E55 numaralı yolc girdik. Bir süre sürdükten sonra Mezno kasabası yakınında MC Donalds'ın da bulunduğu akaryakıt istasyonuna girdik. M c Donalds'ın adını neden yazdığımız merak edenlere izah edeyim. Almanya hariç, Avrupa'daki bir çok ülkede MC Donalds'lardan Wi-Fi ücretsiz. Bu bizim için iyi bir fırsat. İnternet ihtiyacımızı bedava gideriyoruz. 40 günlük seyahatimizde Mc Donalds'lara sık sık girdik. Belki paramız nasip olmadı ama, temiz tuvaletlerini, internetini ücretsiz kullandık. Hatta bir keresinde, sıcak suyu bulmuşken, 2 dakikada sakal tıraşımı da Mc Donalds'ın lavabosunda oluverdim. Kapitalizmin simgesi Mc Donalds'ın etinden, sütünden, tüyünden, tırnağından ücretsiz yararlanmak hoş bir duygu...

Prag'a daha 74 kilometre yolumuz var. Öğle vaktini de geçirdik. Havva Hanım'ın sabah Avusturya-Çek Cumhuriyeti sınırında pişirdiği kuru fasulyenin yanına pilav ve domates sögüşü ile karnımızı doyurduk.

DİŞ AĞRISI BAŞ BELASI...

Yemeğimizi yedik ama bende bir diş ağrısı başladı. Üst çenemin en solundaki protezim öyle bir ağrıyor ki... Hadi idare edeyim dedim ama arada unutsam da bir süre sonra yine zonklamaya başlıyor meret. Bir tek benim değil, Gül Hanım da diş ağrısına yakalandı.

Hani ikizlerden birinin başı ağrısa ötekinin de ağrırmış ya... Çiftlerden kocanın dişi ağrımaya başlayınca 25 yıllık sevgili karımın da dişi ağrımasın mı?

Neyse, ağrı kesici alıp yola koyulduk.

4 Temmuz 2013'te saat 15.30 sıralarında Prag'a girdik. Bir önceki durakta, internetten Prag'da kamp dışı konaklanabilecek yerleri araştırmıştık. Bir Alman karavan forumunda Yat Kulübü'nün hemen yanındaki stellplatz'ın (Kamp dışı konaklama alanı) uygun olduğunu tespit ettim. Koordinatlarını navigasyonlarımıza kaydettik.

K50.0531249
D14.4120166

Doğrudan Cisarska Louka Praha 5 adresindeki stellplatza gittik. Tam koordinatın verildiği alana yolun sağına park ettik. Vlata Nehri'nin tam ortasındaki bir adacıktayız (Buranın karayolu bağlantısı olduğundan ada değil de, nehrin ortasına uzanan bir dil demek daha doğru olur.)  Burası pek trafiği olmayan, yeşillikler içinde dar bir yol. Kalınmasına kalınır ama daha uygun yerler olmalı.

Alman karavan forumlarında verilen koordinatlara göre Cisarsk Louka'nın Google Earth görümümü.

Alman karavan forumlarında verilen koordinatlara göre Cisarsk Louka'nın Google Maps görümümü.

Alman karavan forumlarında verilen koordinatlara göre Cisarsk Louka'nın Google Maps görümümü.

Verilen koordinat doğrultusunda buraya yerleştik. Ancak 300-400 metre ileriye aldık karavanları.


Yavuz abinin önerisiyle karavanlardan inip, yürümeye başladık. Sağ tarafımızda nehir,, nehrin kıyısında da yeşillikler içinde cıvıl cıvıl karavanları gördük.

Oooo. Stellplatz asıl burasıymış. Baksanıza ne güzel bir yer. Karavanlar,. çadırlar....

Az yürüyüp, girişini bulmak istedik. 200 metre sonra girişi bulduk ama burası stellplatz değil, ücretli karavan kamping. Girip fiyatları aldık. 2 kişi artı karavan 21,40 Euro yani 470 Kron. 3 kişi artı karavan 590 Kron yani 24,80 Euro.

Güzel, temiz ve kent merkezine yakın bir kamping.


Biraz daha yürüyüp, çevreyi keşfedelim dedik. 800 metre kadar daha yürüdük, bir başka karavan kamping. Fiyatlar burada toplamda 2 ayrı karavan için 2'şer Euro daha ucuz.

Bu da az ilerideki ikinci karavan kamping. Burası da güzel.

Fakat nehrin tam kıyısı, yanı sıfır noktası sessiz, yeşil ve parka uygun. Zaten temiz su depolarımız dolu, pis su depolarımız boş. Çamaşırlar Viyana'da yıkandı. Duşlar alınmıştı. Dolayısıyla Yavuz abinin de talebi üzerine kamp dışında kalmayı kararlaştırdık. Gerekirse, ikinci gece kampa girecektik.

Aynı sokakta, yani Cisarska Louka'da karavanları park ettiğimiz tam nokta da şöyle:

K50.056739
D14.413921


Konakladığımız, karavanları park ettiğimiz Vlata Nehri'nin ortasındaki adacığın Google Earth görünümü.


Aynı yerin Google Maps görünümü.

Karavanlardan dışarı attık kendimizi. Hemen Prag'ı gezmeye koyulmalıyız. Tokmak ailesi olarak Prag'ı üçüncü ziyaretimiz. Daha önce sözünü ettiğim gibi, ilki 2006'da, tren+uçakotobüs kombinasyonuyla yaptığımız gezi. İkincisi 2009'da otomobilimizle çıktığımız gezi. İlkinde Budapeşte'den trenle Prag'a gelmiştik. 2009'da ise gezinin dönüş kısmında Almanya'dan Çek Cumhuriyeti'ne girmiş, ilk olarak Plzen'de (Pilsen. Evet evet... Aynen öyle. Biranın bir türüne ismini veren kent.) bir gece kalmış, ardından Prag'a gelerek 2 gece kalmıştık.

İkinci girdiğimiz kampinge kent merkezine nasıl gidebileceğimizi sormuştuk. Nehir kenarındaki küçük vapur iskelelerinden söz ettiler. Hatta tarifesini de aldık. Biraz yürüyünce, nehir kıyısında küçücük bir iskele gördük. Vapurların bu iskeleye yanaşmasının imkansız olduğunu düşünürken, bir sandalcık yanaşıverdi kıyıya. Sandaldan 3-4 kişi indi. Bu sandal, nehrin her iki kıyısı arasında karşılıklı yolcu taşıyormuş. Gül Hanım sandala pek güvenemedi, korktu ama çaresiz bizimle birlikte sandala bindi. Sempatik sandalcı motoru çalıştırdı ve bir kaç dakika içinde karşı kıyıya attı bizi. Kişi başı 20 Kron. 5 kişi için 4 Euro verdik.




Kampinglerin ve stellplatzın bulunduğu yerdeki küçük sandal iskelesi.

Kampinglerin ve stellplatzın bulunduğu yerdeki küçük sandal iskelesi.

Kampinglerin ve stellplatzın bulunduğu yerdeki küçük sandal iskelesi.

Bindiğimis sandalda Gül Hanım'ın tedirginliği yüzünden okunuyor. Bir türlü saklayamıyor duygularını.

Bir kaç dakika içinde ulaştığımız karşıdaki iskele

Nehir kıyısından yürümeye başladık. Hedef ünlü Charles Köprüsü. Köprü'nün yürüme mesafesinde olduğunu düşündük. Nehrin kenarında gençler, yaşlılar ellerinde meşrubat ya da plastik bira bardaklarıyla dolaşıyor, çocuklar bisiklete biniyor, paten yapıyor... Barların kafelerin önünde müzik yapanlar. Adeta festival, panayır havası. Hava da güneşli. Güzel bir gün. Canım nasıl da bira istedi.

Nehir kıyısı hareketli.

Ohh. Mis gibi biralar gidiyor.

Nehir kıyısındaki yüksek duvarda ilginç bir sanat çalışması.

İki ayrı kafeye gittim, kuyruğa girdim. Sıra geldiğinde bira istedim ve Euro ile ödeyeceğimi söyledim. Euro kabul etmediler. Çek Cumhuriyeti AB'ye girmiş ama para birliğine girmemiş. Hala Kron kullanıyor. Tamam kullansın ama diğer ülkelerde Euro rahatlıkla kullanılabilirken, dükkanlar Euro kabul etmiyor. Demek ki sıkı bir disiplin, yasak uygulanıyor.

Cebimizde Çek Kronu olmadığı için bira alamadık ve hevesim kursağımda kaldı. Bira içenlere nasıl imrendim, nasıl anlatamam. Kedinin ciğere baktığı gibi baktım biraya.

Nehrin kenarından yürüye yürüye Charles Köprüsü'ne kadar vardık. Köprünün hemen girişinde koridoru andıran her iki yanında hediyelik eşya satan dükkanlar ve döviz bürolarının bulunduğu sokağa girdik. Tabelalara baktık Euro'nun karşılığı 25 Kron yazıyor. Ama yan tarafında daha küçük harf ve rakamlarla vergilerden sonra net 18 Kron ödendiği yazıyor. Ama insanları yanıltmak için 25 Kron yazısı gözümüze sokuluyor adeta. Küçük çaplı bir aldatmaca var.

İlk döviz bürosuna girip Euro bozduracağım, 20 Euro hazırladım. Bu sırada kapıda bekleyen ve Rus olduklarını tahmin ettiğimiz 4-5 turistten genç kız olanı,  tabelayı işaret ederek, döviz bürosunun insanları kandırdığını 25 Kron'dan Euro bozduracağınızı sandığınızı ama 18 Kron ödendiğini söyleyip, uyardı. Kapıda durup, başkalarını da uyardılar. Demek ki, Rus turistler bu ofiste kazık yemişler ki, başkaları da kazık yemesin diye kapıda bekleyip, girmek isteyenleri uyarmayı iş edinmişler.

Rus turistlerin uyarısı üzerine döviz bozdurmaktan vazgeçtim. Haklılar.  Euro 18 Kron olamaz. İki ayrı döviz bürosuna daha uğradık, aynı manzara. Koca koca 25 Kron yazmışlar. Ama ödemeye gelince 18 Kron veriyorlar.

Bu arada,Charles Köprüsü üzerinde ayaklı döviz bozduranlar yanımıza yaklaştı. Kimi 26, kimi 27 Kron'dan Euro bozabileceklerini söyledi. Yasa dışı bir iş yapıyormuş gibi de biraz çekingen, biraz da çakal gibi bir halleri vardı.

Nitekim, ertesi gün kentin turistik merkezinde görev yapan polis araçlarının camına yapıştırılmış A4 kağıdındaki uyarı yazısı dikkatimizi çekti. Prag polisi, yolda döviz bozdurulmamasını, sahte para verilebileceği uyarısında bulunuyordu.

Aynı yerde, 2009'daki gezimizde, polis arabasının camında başka bir yazı vardı.

Endişelenmeyin. Prag polisi köpeğiniz için de su bulundurur.

Aha da 2006'da çektiğim fotoğrafı buldum.

Önce bunu, olur olmaz her şeyin sorulmasından sıkılan polisin alaysı bir yakınması olduğunu düşündüm. Sonradan gerçeği anladım. Gerçekten polis, caddelerde köpeğini dolaştıran turistlerin, sıcaktan susuz kalmış polislerine de bir tas su veriyordu.

Hiç biri güven vermedi. Euro bozdurmadık. Kendi kendime söz verdim. Gül Hanım ile Yavuz beylere de açıkladım. Prag'ta para harcamayacağım, Çek ekonomisine katkıda bulunmayacağım. Öyle de yaptım.

İstisna var tabii. Charles Köprüsü çıkışında bir hediyelik eşya dükkanından magnet almak istedik. Bu dükkan Euro kabul ediyordu. Euro'nun karşılığı da 25 Kron. Yani aldatmaca yok.

Benim delikanlı, Ahmet Yiğit uyanık, cin fikirli.

Baba magnet parasını (2 Euro) bozukluk olarak verme.Ne kadar bozdurmak istiyorsan, mesela 20 Euro ver, üzerini Kron olarak al. 

Yani 20 Euro'nun para üstü 18 Euro'yu 25 Kron'la çarpıp, para üstünü Kron almayı düşündük. Ama dükkan sahibi 18 Euro para üstü verdi. Kron istediğimizde veremeyeceklerini söylediler.

Dükkanın orta yaşlı tezgahtarı çat pat Türkçe biliyor. Çünkü bu bölgede çok Türk turist var. 25 Kron'dan Euro bozmalarını istediğimizde İki elini önünde bileklerinden çapraz hale getirdi. Kelepçelenmiş gibi yaptı ve Alcatzar dedi.

Vücut dilinin yanı sıra başka bir iletişim yöntemini daha uyguladı. Bütün dünyada hemen herkesin bildiği, hatta sinema filmi de çekilen ünlü cezaevi adasının adını söyledi.

Demek istiyor ki; döviz bozmamız yasak. Aksi halde beni tutuklayıp, hapishaneye atarlar.

İşini iyi bilen, tezgahtarın bu tavrı hepimizi güldürdü ama takdir de ettik.

Gezi boyunca objektiflerden kaçan Ahmet Yiğit nadiren poz veriyor.


Prag'tan

Yavuz-Havva Özkütük'ün Prag anısı.


Prag... Romantik şehir.

Prag'da binalar heykellerle süslenmiş.



Prag'ta tarihi binaların süsü heykeller


Prag'tan



Prag. Çekler bu şehre Praha diyor




Charles (Karl) Köprüsü







Prag sokaklarında Segway ile gezen turistler.

Charles Köprüsü'nün karşı kıyısına geçtikten sonra, nehir kenarından karavanlara dönmek üzere yürümeye başladık. Sandal bizi karşıya geçirmişti, o kıyıdan yürüdük, bu kez köprüyü geçtik, dolayısıyla karavanların olduğu kıyıya dönmüş olduk. Geldiğimiz kadar yol gideceğimizi tahmin ettik. Biraz uzundu ama yürünmeyecek yol değildi.


Vlata Nehri'nde örnekler, kuğular geziniyor. Birileri ekmek atmış olmalı ki, kuğular kıyıya yanaşmış. 

Yürü yürü yol bitmek bilmiyor. Tam karavanların hizasına geldiğimizi düşündüğümüzde, karavanlara doğru geçişin olmadığını anladık. Saat 23.00'e varırken, yorgunluktan bitap düşmüş halde karavanlara ulaştık. Telefonumun adım sayar göstergesine baktım; tam 25 bin 500 adım yürümüşüz. Nereden baksan 17-18 kilometre.Hemen uyuduk.

10 saat kesintisiz uyuduktan sonra saat 09.00'da bir korna sesi üzerine uyandık. Üzerimize alınmadık. Sonradan Yavuz abi aktardı: Adamın biri otomobiliyle oradan geçerken, park ettiğimiz bölgenin özel mülk olduğunu söyleyerek, karavanla orada kalmamızı protesto etmiş. Hiç de özel mülke benzemiyor oysa. Bu kişinin az ilerideki karavan kampingin işletmecisi olabileceğine yorduk tutumunu..

5 Temmuz 2013 sabahı kahvaltının ardından, karavanları da alarak, kenti bir kez daha gezmek üzere Charles Köprüsü civarıpda özel bir otoparkın koordinatlarını navigasyonlara yükledik. Merkezi tren garının hemen karsındaki otopark alanı gayet müsait. Grişte manyetik biletlerimizi aldık ve park ettik.

K50.0859599
D14.4371983

Karavanları buraya park edip, kenti yeniden gezmeye çıktık.

Prag'ın tarihi ve turistik merkezini bir kez daha gezdik. Charles Köprüsü'nden bir kez daha geçtik. Yokuş tırmandık, yüzleerce basamak merdiven çıktık ve kaleye ulaştık. Sonra da inişe geçtik. Köprüden bir kez daha, bu kez geriye doğru geçip, turistlerin yoğun olduğu ara sokaklara daldık. Acıktık. Lokantaya oturup güzel bir yemek yedik. Biz pizza yedik. Yavuz Bey menüdeki ilginç bir yemeği tercih etti. Ne yazık ki, adını not etmemişim. Salyangoz gibi bir şey. 

Bir önceki günkü yorgunluğun ardından, bugün de tam 6,5 saat yaya olarak gezdik. Yine yorulduk, öldük bittik. Tam 23 bin adım atmışız. Hava kararmadan karavanlarımıza dönelim, Almanya'ya doğru yol alalım dedik. Ama ara sokaklarda, sağa sap, sola sap derken yolumuzu kaybettik. Mesele değil, nasılsa buluruz. Yolu ararken, bir sokak pazarına rast geldik. Hanımları tutana aşk olsun. Onlar pazar tezgahlarının arasında, ben başka yerde kayboldum. Birbirimizi zor bulduk.






















7 yıl aradan sonra, aynı binayı fotoğrafladım. Sanki iki bina dans eder gibi.

Bu fotoğraf da 2006'dan. O zaman ortadaki binanın, dirseğini çıkartıp, yanındaki binayı ittirerek, "Off daraldım, bana biraz yer aç" der gibi tasvir etmiştim.










Birbirimizi bulduk ama karavanları bulamıyoruz. Bildiğimiz, merkez tren istasyonu karşısındaki otoparka bıraktığımız. Koordinatını ya da adresini almamışız. 

Bir yandan da, dün başlayan diş ağrısı giderek şiddetleniyor. Bir-iki derken, hanıma çaktırmadan ara ara 4 tane ağrı kesici almışım ama fayda etmiyor.

Neyse sora sora, telefonun navigasyonundan yararlanarak karavanları bulduk. 

Almanya'ya, sınıra en yakın kent olan Dresden'e gitmek üzere yola çıktık. Amacımız otobana girmeden, ara yollardan Dresden'i bulmak. 

Karavanı kullanıyorum ama kendimde değilim, bir yandan diş ağrısı, bir yandan hesapsızca alınan ilaçların yarattığı rahatsızlık. Gül hanım sürekli beni kontrol ediyor. Anaç kullanabilecek durumda olmadığını tespit etmiş olmalı ki, Yavuz Bey'e telsizden anons etti. Tam da o sırada önümüze Aldi Market çıktı. 

K50.1338533
D14.3755699

Market otoparkına park ettik. Herkes markete girdi, eksik tamamlamak üzere, ben yattım. Marketten geldiklerinde, benim yola devam edebilecek durumda olmadığıma karar vermişler, Aldi'nin otoparkında geceyi geçirmeye karar vermişler. Benim canıma minnet. Hakikaten gidecek halim yok.

Tam 12 saat uyudum. Ertesi sabah saat 09.00'da ancak yola devam edebildik.

Ağrı kesicilerin olumsuz etkisini atlattıktan sonra, emekli bir sağlık personeli olan eşimin tavsiyesiyle antibiyotiğe başladık. Çünkü dişimin iyileşeceği yoktu. 

Bu arada, uzun yolculuklara çıkacaklara bir önerim olacak. Yabancı ülkelerde doktor ya da ilaca ulaşmak Türkiye'deki kadar kolay olmayabilir. Bu nedenle, varsa raporlu ilaçlarınızı yedekli olarak Türkiye'den tedarik edip,  yanınıza almanızın yanı sıra, ağrı kesici, antibiyotik, alerji ilaçları gibi temel ilaç ya da şurupları, kremleri stoklamak gerekir.

Ben de bu düşünceyle, raporlu ilaçlarımı fazlasıyla yanıma aldım. Aile hekimime, uzun bir yolculuğa çıkacağım için fazladan bir antibiyotik yazmasını da rica ettim. Eczacım Şaban Aydın'ın da tavsiyeleriyle, bir kaç ilaç daha aldım.

Ancak, ne olur ne olmaz diye, ihtiyaten aldığımız 1 kutu antibiyotik  yetmedi. O kutu, 7 gün sonra beni iyileştirdi ama daha sonra da Gül Hanım boğaz enfeksiyonu geçirdi. Türkiye'den uçakla o günlerde Amsterdam'a gelecek arkadaşımızdan rica ettik de, Eczacı Şaban Aydın bize bir kutu daha antibiyotik gönderdi. Neyse, bu konuyu Amsterdam bölümünde ayrıntılı anlatacağım.

Bir sonraki bölümde buluşalım

3 yorum:

Yavuz ÖZKÜTÜK dedi ki...

Üstad , ellerine sağlık. (Peceni hylemyzdi) salyangoz un adı.

Yavuz ÖZKÜTÜK dedi ki...

Peceni hylemyzdi, namı diğer salyangoz

GEMİCİ dedi ki...

çok beğendim.............imrendim...................