Bu Blogda Ara

15 Ağustos 2013 Perşembe

KARAVANLA 40 GÜNDE AVRUPA TURU (6)

SIRP POLİSİ NASIL RÜŞVET İSTEDİ

YA DA

SIRP POLİSİNE NASIL RÜŞVET VERDİK

Belgrad'ı bitirdikten sonra, hedefimiz Macaristan. Önce başkent Budapeşte, ardından, Gyor. Neden Gyor? Yeri geldiğinde anlatacağım ama şunu bilin. 2007'de tanıştığımız, daha önce 2 kez ziyaret ettiğimiz, 2 kez de Antalya'da konuk ettiğimiz, sevgili Macar dostumuz İmre Farkas ve ailesi, yanı sıra İmre ile tanışıp, kaynaşmamızda, anlaşmamızda bize aracılık, tercümanlık yapan yapan Zeki Ayana Gyor'de yaşıyor. Onları ziyaret etmeden olmaz. Yolumuz düşmese de, bir şekilde düşürmek için hep çaba göstermişizdir.

Neyse, Gyor'u anlatacağım nasılsa.

28 Haziran sabahı Belgrad'ta erken uyandık. Herkes karavanında kahvaltısını yaptı. Ardından Yavuz Bey'in karavanına konuk oldum, sabah kahvesi için. Yolculuğumuzu gözden geçirip, önümüzdeki bir kaç güne ilişkin planlama yaptık,  kahve eşliğinde. Ardından da, Bursa'dan aldığımız kestane şekerlerini yedik.

Yavuz Bey'in önerisi üzerine, Budapeşte'ye giderken, otoyol yerine ara yolları kullanmaya karar verdik. Çünkü bir kez otoyola çıktınız mı, sonradan tali yollara girmek mümkün olamayabiliyor. Otoyolla gittiğimizde geçeceğimiz gümrük kapısıyla, tali yolları kullandığımızda geçeceğimiz gümrük kapısı farklı oluyor genellikle.

Hazırlıkları tamamlayıp, toparlandıktan sonra Yavuz Bey önde, ben hemen arkasında yola çıktık. Ellerimizde telsizler. Zaman zaman telsizle haberleşiyoruz.

Telsizler genellikle, hanımların ellerinde. Gül Hanım ile Havva Hanım, karavanın tertip ve düzeninin yanı sıra, haberleşmeden de sorumlu.

Yavuz Beylere bir şey söyleyeceğimizde Gül Hanım eline telsizi alıp anons ediyor.

-Havva Hanııımmmm..

-Efendim canııımmmm...

Bazen telsiz benim elimde.

-Yavuz abiii...

Yanıt genellikle şöyle geliyor:

Yes Sör.

Veya

Efendim üstad.

Biz, Yavuz Beylere göre daha avantajlıyız, çünkü üç kişiyiz. Ahmet Yiğit, gezide iletişim, tercümanlık işlerini yüklendiği gibi, seyir halinde de lojistik destek hizmetlerini yürütüyor.

Ahmet Yiğit arkadaki dolaptan yeri geldiğinde su, yeri geldiğinde meyve, zaman zaman kuruyemiş getiriyor. Telefonun şarjı, bilgisayarın bilmem nesi derken, ne istersek Ahmet Yiğit hallediyor.

Bu nedenle ona çeşitli bakanlık görevleri yükledik. Ama o kendisine bir tek Avrupa Birliği'nden sorumlu bakanlığı uygun gördü.

-Baba AB'den sorumlu bakanın hiç bir işi yok nasılsa. AB ile ilişkilerimiz de nanay. Ben iyisi AB'den sorumlu bakan olayım. AB Bakanı hiç bir iş yapmıyor,. yan gelip yatıyor.

Öyle ya, Gıda Bakanı diyoruz, meyve, su vs işlerinden Ahmet sorumlu. Teknoloji Bakanı diyoruz, bilgisayar ve fotoğraf makinelerinin şarjı işleri Ahmet'in sırtında. En iyisi AB Bakanlığı. Boş gezenin boş kalfası.

Neyse, yolculuğumuza dönelim. Geliş, gidişli, etrafı tarım alanlarıyla çevrili, yeşillikler içindeki bir yolda seyrediyoruz.. Novi Sad'a doğru yaklaşırken, trafik tıkandı. TIR'lar ve kamyonlar yolun sağına iyice yanaşmış, öylece bekliyorlar.

Ne olduğunu kavramaya çalışıyoruz. Yavuz Bey önde, ben arkada. Hep TIR ve kamyonlar sağda olduğuna göre, bu araçlara yönelik denetleme falan var diye düşündük. Yavuz Bey de öyle olduğunu düşündü ki, hareketsiz bekleyen TIR-kamyon konvoyunu sollayıp, yavaşça ilerlemeye başladı. Tam bu sırada, karşı şeritten araçlar gelmeye başlayınca Yavuz Bey, sola ayrılan yola girip, yolu boşalttı. Ben de Yavuz Bey'in arkasından sol şeride geçmiştim, ben de sapağa girerek, şeridi boşalttım ve karşıdan gelenlere yol verdim.

Bizim tüm bu yaptıklarımızı, yol kenarında bekleyen polis ekibi gördü elbette. Hemen arkamızdan gelip, durmamızı istedi. Zaten geri dönmek için manevra yapmaya çalışıyorduk. Trafiği allak bullak etmedik belki ama önemli bir hata yaptığımız belli.

İki polisten biri araçtan indi, yanımıza geldi, ehliyet, ruhsat ve pasaport istedi. Tüm araçlar beklerken, sollama yaptığımızı, yolun ortasında şeritleri düz bir çizgi ayırmasına rağmen şerit değiştirdiğimizi söyledi.

Biz, trafikte neler olduğunu anlayamadığımızı, sağda sadece TIR'lar durduğu için bizim geçmemizde sakınca olmadığını düşündüğümüzü falan anlatmaya çalıştık.

Polis, Ahmet Yiğit aracılığıyla ve akıcı bir İngilizce ile yaptığımızın Sırbistan yasalarına göre büyük suç olduğunu, cezasının da ağır olacağını söyledi. A4 kağıda, yolu iki şerit halinde çizdi. Sağdaki şeride 5 araç şekli çizip, şerit ihlali yaparak, 5 aracı geçtiğimizi anlattı.

Eeee sonuç. Polis, bu trafik suçunun cezasının 150'şer Euro olduğunu, Noovi Sad'a gidip, mahkemeye çıkarılacağımızı, ardından 150'şer Euro cezayı ödeyip, serbest bırakılacağımızı, 3 saat kadar sürecek bu işlem için ekip otosunun peşine takılıp, Novi Sad'a kadar onları takip etmemiz gerektiğini anlattı. Cezayı hemen orada ödemek istediğimizi söyleyince, biletimiz (ceza makbuzu) yok diyerek, işi yokuşa sürdü.

Ne yapsak çare yok. Aldık mı başımıza belayı. Suçsa yüzde 100 suçluyuz. Adamlar haklı. Yol tıkalı ve biz sağ şeritte bekleyen tüm araçları sollayıp, sözüm ona uyanıklık yapmaya kalkıştık.Yol tıkalı dediğimde şu: Orada bir ırmak var, ırmağın karşısına geçebilmek için dar bir köprüden geçmek zorundayız. Köpre hem karayolu, hem demiryolu ulaşımını sağlıyor. Ama köprü aynı anda ya tren ya da tek yönlü araç trafiğine elverişli. Trafik lambası yanıyor tren geçiyor. Her iki taraftaki araçlar bekliyor. Tren geçtikten önce de. sırayla her iki tarafa yeşil yanıyor ki, bu sırada diğer taraftakiler, sıranın kendilerine gelmesi için uzun bir kuyruk oluşturarak bekliyor. Biz ileride köprü olabileceğini öngöremediğimizden, sadece TIR ve kamyonların bekletildiğini düşünerek, attık kendimizi karşı şeride. Hem de polisin gözlerinin önünde.

Polise biraz daha kem küm ettik ama polis ısrarlı. Novi Sad'a gidip mahkemeye çıkacağız. cezayı ödeyip, yolumuza ancak devam edebileceğiz.

Polisle bu diyalog esnasında Gül Hanım da karavandan inip, yanımıza gelmiş,. ne olup bittiğini anlamaya çalışıyordu. Polis, Ahmet Yiğit'e Gül Hanım'ı işaret edip; Annen arabaya gitsin talimatı verdi.

Bu sırada ben de, cezamıza razı olduğumuzu söyledim.

Tamam. Hadi gidelim, mahkemeyse mahkeme, cezamız neyse ödeyelim de, bir an önce yolumuza devam edelim.

Benim karavana binmek üzere hareketlendiğimi gören polisin tavrı değişiverdi. Ahmet Yiğit'le aralarında şöyle bir diyalog geçti.

Bakın, bir anlaşma yapabiliriz. Cezayı burada ödeyebilirsiniz ama ceza makbuzu veremeyiz. Bu da aramızda bir sır olarak kalmalı. Babana söyle, ağzını sıkı tutsun.

Yavuz Bey de yanımızda. O da diyaloğa tanık. Bu arada, sağ koltukta oturan polis,  sanki biraz utangaç, sanki biraz oralı değilmiş gibi sözüm ona başka şeylerle ilgileniyor gibi yapıyor.

Biz, 150'şerden 300 Euro vermek, mahkemeye çıkıp, 2-3 saat zaman kaybetmektense bu teklifi sıcak baktık. Def-i bela edelim de bir an önce yolumuza devam edelim niyetindeyiz. Anlaşıldı. Polis rüşvet istiyor. Ama ne kadar rüşvet vereceğimizi kestiremiyoruz. Hayatımda hiç rüşvet vermedim ki. Şimdilerde hala var mı bilmiyorum ama geçmişte Türkiye'de de trafik polislerinin maaşlarının 2-3 katı kadar da rüşvet geliri elde ettiklerini duyardık. Ama ben hiç kimseye ne rüşvet teklif ettim, ne de benden rüşvet isteyen oldu. İstedilerse de ben anlamamışımdır.Hayatımdaki tek rüşvet anısı, 1980 darbesinin ardından, üniversite öğrencisi iken gözaltına alındığımda, babamın beni işkenceden kurtarmak için 2. Şube polislerine rüşvet verdiğini sonradan öğrenmem olmuştu. Hakikaten, benimle birlikte gözaltına alınanların anası ağlatılırken, ben küçük hasarla atlatmıştım o süreci.

Konuyu dağıtmayayım.

Ahmet Yiğit, polise soruyor:

-Makbuzsuz ceza miktarı ne kadar?

-Siz ne kadar verebilirsiniz?

-Biz bilmiyoruz da, ne kadar vermemiz gerekiyor?

-Siz ne kadar verebileceğinizi söyleyin.

Ahmet bana dönüyor, ne kadar verebileceğimizi soruyor. Diyalogdan sıkılmış olmalıyım ki, 300 Euro'nun üçte 1'ini, 50'şerden 100 Euro verebileceğimizi söylüyorum. Aklımca iyi bir rakam teklif ediyorum. 300 Euro nere, 100 Euro nere? Ahmet de, bunu polise aktarıyor.

Ohooooo.... Polis dünden razı ki, bir çırpıda parayı alıyor ve bir anda gaza basıp, anında gözden kayboluyorlar. Giderken, bunun aramızda kalması gerektiği konusunda bir kez daha tembihte bulunuyorlar.

Ben ne işe yarayacaksa, polis ekip arabasının plakasını ve olayın meydana geldiği yeri not ediyorum.

Petrovardin yakınlarındaki bu yerin koordinatı şöyle:

K45.2576267
D19.8704449

Polis ekip otosunun plakası da şöyle:039066

Hayatımın ilk rüşvetini verdim. İyi de, henüz 17 yaşında,. aklı hinliğe, puştluğa çalışmayan oğlum da bu işe alet oldu. Olsun. Hayatın çirkef yüzünü de görmeli. Hayatın içinde bunlar da var. Bilmesinde sakınca yok.

Haa... İşin ilginci de şu: Sonradan Gyor'de yaşayan Zeki Ayana'ya anlattığımızda öğrendik. Meğer, biz rüşvet limitini epey yüksek tutmuşuz. Belki 10 ya da 20 Euro versek, dünden razı olacaklardı. 100 Euro'yu alınca, saniyede ortadan toz olmalarının sebebi bu olmalı. Kısa günde iyi bir hasılat elde ettiklerini düşünmüş olmalılar.


Belgrad'tan sonra takip ettiğimiz yol. Rüşvet vakası bu yolculukta cereyan etti.

Köprüye girmeden önce, trafik kuralını ihlal ettiğimiz ve polise yakalanıp, rüşvet vermek zorunda kaldığımız yer tam burası.



1 yorum:

Unknown dedi ki...

Bünyamin bey koordinatları vermeye devam edersiniz umarım harikasınız anlatımlarınız için teşekkür ediyorum