Bu Blogda Ara

23 Eylül 2013 Pazartesi

40 GÜNDE KARAVANLA AVRUPA TURU (19)

GÖTEBORG YOLUNDA ANTİKA ARABALAR VE ÇEKME KARAVANLAR

Tarih 13 Temmuz 2013. Kapıkule'den çıkalı bugün 21. gün. Vakit ne çabuk da geçiyor. Kopenhag'tan akşam saat 21.20'de ayrıldık. Hemen İsveç'e geçeceğiz. Zaten sınır yakın. Sınır Danimarka ile İsveç'i ayıran Öresund Boğazı'nın ortasından geçiyor. Her iki ülke boğazın Danimarka tarafında, deniz altındaki bir tünel, sınırdan İsveç'e kadar da,  çok uzun bir köprüyle bağlanıyor.  Tünelle köprü denizin ortasına yapılan bir suni adacıkta birbiriyle kucaklaşıyor. Her iki ülke yetkilileri önce dev bir asma köprüyle iki ülkeyi birleştirmek istemiş. Anlatılanlara göre, bu köprü Kopenhag Havaalanı için engel teşkil edecektir. Danimarka, sınıra kadar deniz altına bir tünel yapmayı, ortaya kurulacak suni bir adacıktan itibaren de asma köprüyle Malmö'ye ulaşılabileceğini söyler. Öneri kabul edilir Öresund Tüneli, deniz dibinde 3,5 kilometre kadar gidildikten sonra suni adacığa çıkar, buradan da asma köprüyle Malmö'ye geçiliyor. Tünel ve köprü bağlantısının toplam uzunluğu ise 26 kilometre. Dünyanın en büyük sınırötesi köprüsü olan, Kopenhag ile Malmö'yü, yani Danimarka ile İsveç'i bağlayan köprünün yapımına 1995'te özel sektör tarafından başlanmış ve 1999'da tamamlanmış. 

Tünel+köprüden geçiş ücreti epey pahalı. Köprüyü yine özel sektör işletiyor. Hem tren yolu, hem de karayolunun üst üste olduğu tünel+köprü bağlantısı için 6 metreden biraz uzun olan karavanımdan tam 94 Euro aldılar. 6 metreden kısa araçlar da sanırım 47 Euro ödüyor. 

Saat 21.20'de yola çıkmıştık ama hem epey kuzey, hem de batıya doğru çıktığımız için hava henüz kararmadı. Tüneli, köprüyü geçtikten sonra geceyi Angelholm yakınlarındaki bir trafikplatz'ta geçirdik.

K56.2881349
D12.9013250



Konakladığımız trafikplatz gayet temiz, düzenli ve etrafı yemyeşil. Hava serin hatta soğuk denilebilir. Hava bulutlu ve kapalı. Bir kaç kez sıkıntı yaratan akü çalışıyor. Ne mutlu bana. USB'de Burdur yöresi türküleri neşeme neşe de kattı. Hedefimize giderek, yaklaşıyoruz. Göteborg'u geçip Oslo'ya ulaşacağız. Bunun için yaklaşık 460 kilometre yolumuz kaldı. Akşam yemeğinde ana yemek olarak kuru fasulye var. Gece yanımıza bir kaç karavan daha geldi ve hep birlikte geceledik.



Sabah biz kahvaltıyı hazırlarken, Ahmet Yiğit'e baktım, dambıllarla egzersiz yapıyor. Fotoğrafını habersizcve çekmek isterken beni farketti ama iş işten geçti, deklanşöre bastım bir kere.,

Ben bu trafikplatzı çok sevdim. Piknik masaları ve ormanıyla harika bir yer.





Kahvaltının ardından kontak çevirdik. Haa bu arada. 1 yılı aşkın süre önce sahip olduğumuz karavanımıza bir de isim takmıştık. Ahmet Yiğit'in önerisiyle karavanımızın adı Moby olmuştu. Ama bu isim pek tutmadı. Kullanmadık bu ismi. Göteborg'a doğru yol alırken, nereden konu açıldı, nereden aklımıza geldi bilemem ama karavanımıza yeni bir isim bulduk. ABBAS.

Şair Cahit Sıtkı Tarancı, Haydi Abbas, vakit tamam. akşam diyordun, işte oldu akşam derken meyhaneci Abbas efendiye sesleniyor aslında. Ancak bir de, "Abbas yolcu" diye bir deyim var. Bizim ismi bu sonuncu deyişten koyduğumuz anlaşılıyor,

Neyse, Abbas bizim can yoldaşımız. Antalya'dan Oslo'ya, Oslo'dan Antalya'ya 11 bin kilometrelik yolculuğumuzda bizi üzmedi.

Abbas ismi konusunda muhabbetimiz sürerken, mola vakti geldi. Karavanla seyahatin en güzel tarafı bu. Bir yerlere yetişmek zorunda değiliz. Yorulduk mu, belli bir yeri çok mu beğendik, hemen direksiyonu çevirip mola verebilirsiniz.

Mola verdiğimiz yer Göteborg'a 65 kilometre mesafede. Malmö'yü pas geçtik, çünkü dönüşte uğrayacağız.

Mola yerinde MC Donalds var. Bu ne anlama geliyor? Elbette ücretsiz internet. Mola yerinde dinlendik, internete girdik, tuvalet ihtiyacımızı giderdik. Bu sırada biraz dolanayım istedim. Karşıma masmavi, güzel mi güzel bir antika otomobil, arkasında da çekme karavanı. Fotoğrafını çektim. Aaa, ileride daha bir sürü antika otomobil daha. Hemen koştum yanlarına. Önce cep telefonumla fotoğraflarını çekerken, bir koşu karaıvana gidip fotoğraf makinesini aldım, bu sırada da Gül Hanım'a da çok cici antika otomobiller gördüğümü söyleyip, onu da yanıma alıp antika arabaların yanına gittim. Tamamının arkasında da küçük küçük çekme karavanlar. Plakalarına baktım, Avrupa'da hemen her ülkenin plakalarını taşıyorlar.




Önce bu karavanı gördüm.



Antika arabalar konusunda bilgim yok. Ama bunların çok eski ve dönemlerinin değerli otomobilleri olduğu anlaşılıyor.












Her renk antika otomobilin yanı sıra kamyonetler de var.

















Bir yandan aentika otomobillerin fotoğrafını çekiyorum, diğer yandan da otomobillerin yanına geçip Gül'e fotoğrafımı çektiriyorum. Başkaları da antika otomobillerle yakından ilgileniyor. Ancak, otomobil sahiplerinin burnu bir karış havada. Hallerinden, tavırlarından, giyim-kuşamlarından ait oldukları ekonomik-sosyal sınıfı belli ediyorlar,. Otomobilleri ve karavanlarını çok sevdim ama sahiplerini asla. 

Her neyse. Antika otomobiller çekip gidtti. Yavuz Bey de, otomobil lastiklerinin havasını tamamladı. Bize de yola koyulmak kaldı. Saat 15.45'te Göteborg'a vardık. Bir-iki turdan sonra kanal kenarında uygun qpark yeri bulduk.
K57,1683633
D12.2770449





Göteborg(ta kanal kenarında karavanları park ettiğimiz yerde Yavuz-Havva Özkütük

Karayolu kenarlarındaki park yerlerinde (trafikplatz) tuvaletler böyle kombine halde. Klozetin arkasında hem tuvalet kağıdı, hem lavabo, hem çöp kutusu yer alan bir ünite asılı. Bankmatik gibi görünüyor değil mi


Mola yerlerinde, bölgeyi tanıtan dev boyutlu haritalar panolarda.




Bu panolarda yol bilgilerinin yanı sıra, yöredeki konaklama, kamp tesisleri ve turistik, tüarihi yerlerle ilgili de açıklayıcı bilgi ve fotoğraflar yer alıyor.


Göteborg'ta da kanallar su syorları yapanlarla dolu.



Kızılderili sokak müzisyenleriyle Göteborg'ta da karşılaştık.

Göteborg'ta bir giyim mağazasının ilginç dekoru. Kitaplardan bir kule oluşturulmuş. Gayet de hoş olmuş.


Göteborg'ta 2 saat kadar dolaştık. Karavanları bıraktığımız kanal kenarındaki otoparkın, otomatına kredi kartlarımızla 2,5'ar saatlik ücret ödemiştik. Süre bitmeden karavanları otoparktan çıkartmak ya da ek ücret ödemek gerek. Çünkü sık sık kontrol görevlileri geziyor. Park otomatından aldığımız biletlerin üzerinde yazılı saatleri kontrol ediyorlar. Saatini geçirenlere ceza yazılıyor.

Karavanların yanına yaklaşmıştık ki, Ahnmet Yiğit, Suşiyama isimli bir Japon lokantası gördü ve suşi yemek istediğini söyledi. Otopark saati doluncaya kadar Ahmet Yiğit'e eşlik edelim dedik. Ahmet'in yanı sıra ben ve Yavuz Bey de suşi söyledik. Suşinin yanında Antep fıstığı ezmesi gibi bir sos vardı. Ahmet'in önerisiyle sosun tadına bakayım dedim ama çatala sosun tamamı geldi. Hepsini birden ağzıma attım. Atmaz olaydım. Wasabi adlı bu sos acı mı acı,,, Ağzım, dilim, boğazım nasıl kavruldu anlatamam.

SENİ SEVİYORUM ASKİİİMMMM


Suşileri mideye indirdik ve hemen yeniden düştük yollara. Göteborg çıkışında Yavuz Bey önde, ben arkadan giderken, birden dikkatim dağıldı, ne Yavuz Bey'in gittiği yöne baktım, ne de navigasyona dikkat ettim ve yanlış yola girdim. Telsizden Yavuz Bey'e yola devam etmesini, ileriki kavşaktan geri dönüp, peşine takılacağımı, ileride bir yerlerde buluşabileceğimizi söyledim. 

Bu sırada yakıtın azaldığını da fark ettim. Oslo yolunu bulduktan sonra akaryakıt istasyonu aramaya başladık. Navigasyonun da önerdiği en yakın akaryakıt istasyonunun tabelasını görünce sağa girdik. Ancak İszveç'te akaryakıt istasyonlarının çoğu ne hikmetse otoyol kenarlarında değil. Otoyoldan sapıp, 2-3 bazen 4-5 kilometre içeriye giriyorsunuz, yerleşim yerinin girişinde ancak bulabiliyorsunuz. Öyle de oldu.

Pompaya yanaştık. Mazot tabancasını depoya soktuktan sonra çalıştırabilmek için önce kredi kartını pompanın yanındaki POS cihazından geçiriyorsun, ondan sonra tabancadan mazot akmaya başlıyor. Ahmet Yiğit ile kısa uğraşmamıza rağmen, kredi kartını okutamayınca azıcık tombulca sarışın bir hatun kişi (görevli) gelip yardım etti. Nereli olduğumuzu sordu; Türk olduğumuzu söyleyince yüksek sesle "Seni seviyorum askiiimmm" diye seslendi. 

Yahu sus be kadın. Gül Hanım şoför mahallinde oturuyor. Duyacak falan; al başımıza dert. Daha tanışalı 10 saniye olmamış, seni seviyorum askiiim diye bas bas bağırıyorsun. Neyse, bildiği tek Türkçe cümle buymuş. Başka şeyler söylemedi de paçayı ucuz kurtardık.

Depoyu doldurduktan sonra yola devam. Gaza biraz yüklendim ki, Yavuz Bey'i yakalayayım. Arada da telsizin mandalına basıp, anons ediyoruz ama ı ıhhh... Cevap yok. 1 saat kadar gittikten sonra telsizin mandalına bir kez daha dokunmuştuk ki, yanıt geldi. Zaten bir kaç saniye sonra da 300 metre kadar önümüzde Yavuz Bey'in karavanını gördük. Kutusunda 12 kilometreye kadar iletişim kurulabileceği yazan Aselsan marka telsiz 300-400 metreden sonra kapı duvar. O da düz yolda haa...

Yeniden art ardayız. Derken Norveç sınırından içeri girdik. Saat 22.30. Türkiyei saatiyle 23.30. Tarih ise 14 Temmuz. Güneş hala batmadı. Yaa seviyorum ben bu durumu. Geziyorsun, tozuyorsun neler neler yapıyorsun ama güneş hala tepede. Akşam olmak bilmiyor. 

Reklam yapıyor gibiyim ama yeniden Mc Donalds ve bir alışveriş merkezinin bulunduğu bir alana girip, otoparkına yerleştik. Oslo'ya epey yaklaştık ama akşam oldu. Akşam oldu dediğime bakmayın, hala her yer apaydınlık.

Geceyi burada geçireceğiz, Yarın sabah da Oslo'da olacağız. 

Bu bölümde anlatacaklarım bu kadar. Bir sonraki bölümde Oslo maceralarımız başlıyor. Bir kaç gündür rutin ve durağan geçen seyahatimizin en renkli, en hareketli, en çok anı biriktirdiğimiz bölümü başlayacak. 

Sakın ola takibi bırakmayın. Size güzel ve bir o kadar da ilginç şeyler anlatacağım. 


2 yorum:

Yavuz ÖZKÜTÜK dedi ki...

Üstad, takipteyiz, merak etme. Türkiye; anlarsın ya sessiz çoğunluk.Bir de senin çok zor yorum duvarını geçmek gerek.

Adsız dedi ki...

Klasik aralara bayıldım! Kuzey Avrupa'yı hep gezmek istemişimdir ama hayat pahalılığından da çekinmişimdir. Dedikleri kadar pahalı mı Norveç?

Soruyorum çünkü ucuz seyahat üzerine yazıyorum ve gidip tecrübelerimi yazasım var yine... :)