Bu Blogda Ara

1 Eylül 2013 Pazar

KARAVANLA 40 GÜNDE AVRUPA TURU (14)

 BERLİN'DEYİZ

Dresden'deki kısa gezinin ardından, Berlin için yola çıkıyoruz. Berlin, benim Antalya'dan sonra en sevdiğim şehir. Belki 10 kez gittim. Daha 4 ay önce Berlin'deyim. Ama Berlin'e her gidişimde heyecanlanıyorum. 

Berlin'e varmadan, Thiendorf yakınlarında Aral akaryakıt istasyonunda mola verdik. 

K51.308471
D13.7280166

Karavanların deposundaki suyu idareli kullanmaya özen gösteriyoruz. İstasyondaki duşların temiz olduğunu gördükten sonra, burada duş almanın uygun olduğunu düşündük. Duş kişi başı 2,5 Euro. Kasadaki genç kız, duş kabinlerinin anahtarını isterken depozito yerine pasaport isteyince Yavuz Bey çok sinirlendi. Hangi hakla ve gerekçeyle pasaport istediğini sordu. Kasaya, daha tecrübeli olduğu anlaşılan başka bir hanım geldi ve daha anlaşılır ifadeyle, duşların anahtarını verirken 20 Euro depozito veya pasaport alındığını, uygulamanın böyle olduğunu anlattı.

Yavuz Bey sakinleşti, duşların anahtarını aldık, 20 Euro depozito bıraktık. Duşlardan sonra depozitomuzu geri aldık.

Duşlardan sonra oyalanmadan yola devam ettik. Kafama koymuştum, Mart 2013'teki Berlin gezimizde, Türk Şehitliği ve caminin bulunduğu, Columbiadamm Caddesi'nin (Caminin kapı numarası 128) karavanlarla konaklama için uygun olduğunu gözlemlemiştim. Burası artık kullanılmayan Tempelhof Havaalanı'na yakın sayılır. Çevrede hobi bahçeleri var. 

Navigasyona doğrudan bu adresi girerek, Türk Camisinin önüne geldik. Camidekilerle sohbet ettik. Caminin önü ve karşı kaldırım kenarında bir kaç Türk TIR'ı da park etmişti. Önce yol kenarında park edip, yemek yedik, sonra camideki Türkler'in önerisiyle, camiden az ilerideki Lilienhalt sokağa girdik. Bu sokak taşıt trafiğine kapalı. Yaya olarak ya da bisikletle geçilebiliyor. Sokağın bir yanında tenis kortlarının da olduğu bir spor tesisi, diğer yanında da küçük küçük hobi bahçeleri var. 

K52.5109327
D13.2811911

Burada tam 3 gece konakladık. Sessiz, sakin, yol gürültüsünden uzak, Türk camisine yakın. Caminin tuvaleti, kafesi var. Sokağın tam karşısında da büyük bir park. Parkın içinde tuvaletler de var. Ayrıca bölge, Türklerin çok yoğun olduğu Kreuzberg mahallesine de 2 kilometre mesafede. Bakkalı, kasabı, fırını, simitçisi ne ararsanız var.

Hatta, Ramazan'ın ilk günü, akşam saatinde gittiğimiz Türk fırınından sıcak pide bile aldık. Yemekten sonra, ben camiye gittim. Kahvehanedekilerle sohbet ettim. Caminin bir de morgu var. Türk ya da başka milletlerden Müslümanların cenazesi buradan kaldırılıyor, ya da buradan memleketlerine gönderiliyor. O esnada morgda bir Türk gencinin cesedinin olduğunu söylediler. Motosiklet kazasında ölmüş. Cenaze nakil işlemlerinin tamamlanması bekleniyormuş.

Caminin kahvehanesinde bekleyenlerden bir TIR şoförü de, Türkiye'den Berlin'e tabut getirmiş. Nedense Türklerin kullandığı tabutlar Berlin'de üretilmiyormuş da Türkiye'den ithal ediliyormuş. Şoför tabutları bırakmış ama boş dönmemek için, bağlı bulunduğu firmanın Türkiye'ye yük bulması için bekliyormuş. Gündüzleri Cami bahçesinde vakit geçirip, geceleri TIR'da uyuyor. Başka TIR şoförleri de dönüş yolu için burada yük bekliyordu.

Yol yorgunu olduğumuzdan fazla oyalanmadım. Karavana dönüp, uyuduk.

BERLİN DUVARI

Sabah saat 09.00 civarında uyandık ve kahvaltıdan sonra, Berlin Duvarı'nı görmeye gittik.  İkinci Dünya Savaşı'nın ardından, Almanya ikiye bölündü. Birisi Amerika'nın güdümündeki ittifak içerisinde yer alan Almanya Federal Cumhuriyeti, diğeri Sovyetler Birliği'nin güdümündeki ittifakta saf tutan Demokratik Almanya Cumhuriyeti.

Ne hazindir ki; bu iki Alman devleti, Berlin'i de tam ortadan ikiye ayırıp paylaştılar. Berlin'in doğu tarafı, Demokratik Almanya Cumhuriyeti'nde, batısı Federal Almanya'da kaldı. Batı, serbest piyasa ekonomisini benimserken, Doğu, sosyalizmle yönetilmeye başlandı.

Bir süre sonra, Doğu Almanya'dan, Batı Almanya'ya geçişler arttı. 1945-1961 yılları arasındaki 16 yılda 3 milyon kişinin Doğu'dan Batı'ya kaçtığı rivayet ediliyor. Bu rakam kimilerine göreyse 270 bin. Doğu Almanya bu geçişleri (kaçışları) önlemek için çare ararken, kentin ortasına duvar örme fikri ortaya atıldı. Bazılarınca "Utanç Duvarı' olarak da nitelendirilen Berlin Duvarı, 13 Ağustos 1961’de Doğu Almanya yönetiminin verdiği kararla, ülkeden  kaçışların engellenmesi amacıyla örüldü.

46 kilometre uzunluğundaki duvarın,  ABD güdümündeki kapitalist Batı Berlin'i çevrelemek için 12-13 Ağustos'ta bir gecede örüldüğü söyleniyor. (Benim aklıma yatmadı ya... Neyse) Duvarın üzerine de bir kaç sıra tel örgü çekildi.

Berlin'i 9 Kasım 1989'a dek bölen bu duvarın doğu kısmı, muhtemel firarilerin kolayca görülebilmesi amacıyla beyaza boyanırken, duvarın batı kısmı 'Özgür' batılılar tarafından rengarenk grafittilerle, resimlerle bezendi.

Duvarın doğu tarafına mayınlar döşendi, 186 gözetleme kulesi konuldu, silahlı nöbetçiler duvar boyunca devriye gezerek, kaçışları engellemek için çaba gösterdi.

Batılı kaynaklar, duvara rağmen 5 bin kişinin, tünel kazarak, balonla, planörle uçarak, valiz içinde, otomobillerin bagajında saklanarak,  Doğu'dan Batı'ya kaçtıklarını söylüyor. Yine Batılı kaynaklara göre, duvarı bir şekilde aşarak, Batı'ya kaçmak isteyen bazı kişiler  Doğu Alman askerleri tarafından öldürüldü ya da kaza sonucu öldü.

Rakamlar muhtelif... Kimi 86, kimi 283 diyor. Benim okuduğum Amerika'nın Sesi Radyosu'nun Türkçe internet sitesinde ise ölenlerin sayısının 1250 olduğu iddia ediliyor.

Ben, gazeteci şüpheciliğiyle tüm bu rakamlara temkinli bakıyorum. Çünkü, her iki taraf da yoğun bir propaganda yapıyor bu konuda. Batı'nın propagandasının başarı sağladığı duvarın 1989'da yıkılmasıyla ortaya çıkmadı mı? 9 Kasım 1989'da duvar onbinlerce kişinin heyecanlı bir girişimiyle yıkıldı. Yıkılan duvarın parçaları müzelere kaldırıldı. Bir çoğu Almanlar tarafından hatıra olarak saklanmak üzere evlerine götürüldü, bazı küçük parçaları da şilt haline getirilerek, turistik hediye eşyası olarak satışa sunuldu.

EAST SIDE GALLERY

Berlin Duvarı'nın ayakta kalan bölümüne East Side Gallery deniyor. 9 Kasım 1989'da yıkılan ve Şubat 1990'dan itibaren, dünyanın dört bir yanından gelen ressamlar tarafından 106 duvar resminin yapıldığı halen 1300 metrelik bölümünün ayakta kaldığı, East Side Gallery'nin (Mahlenstrasse) bir bölünü daha yıkılmak isteniyor. Duvarın kalan kısmının bir bölümünün daha yıkılmasına, başta bu bölgedeki anarşistler olmak üzere çevreciler, doğa ve kültür korumacıları karşı çıkıyor. Doğu ile Batı Berlin'i ayıran duvarın bulunduğu semti 1989'dan önce yalnızca göçmenler (Çoğunluğu Türk) tercih ediyordu. Duvar yıkılınca kentin tam ortasında kalan bu bölgedeki emlak fiyatları ve kiralar giderek arttı ve bölge Berlin'in en gözde yerlerinden biri haline geldi. Elbette kapitalist sistemde rant hep önde gelmiştir. Duvarın -şimdilik- bir bölümünün yıkılması girişimi de ranta karşı gelememekten olsa gerek.


Duvarın ayakta kalan bölümü sanat galerisi gibi


Bizim sanat anlayışımız da bu. İmzamızı atmak. Bizden önce buralara gelen Mustafa, adını ölümsüzleştirmek istemiş anlaşılan. Ayıp yahu... Edep yahu...









Bu resimde de duvardan atlayarak kaçan bir kişi tasvir edilmiş. Biz de ayakkabısının tabanından ittirerek, duvara tırmanmasına yardımcı olduk :)




Duvardaki resimlerin çoğu, özgürlük ve barış mesajları içeriyor.



POTSDAM-SANSSOUCI SARAYI


Yıllardın Berlin'e giderim. Bu belki de 10'uncu Berlin seyahatim. Benim ayıbım belki ama bugüne kadar Berlin'e 35-40 kilometre mesafedeki Potsdam'ı ziyaret fırsatım olmamıştı. Bu seyahatte bu ayıbı ortadan kaldırmak istedim.

Yavuz Abilere durumu anlattım. Potsdam diye bir şehir olduğunu, burada, göller, bahçeler saraylar olduğunu söyledim. Onlar da "hayhay" dedi ve sabah Potsdam'ın yolunu tuttuk.

Navigasyon bizi otoyola çıkardı. Messedamm civarından yola devam edecektik. Ancak, daha Messe'ye bile ulaşamadan yol yapımı yüzünden trafik sıkıştı. Sanırım 10 kilometrelik bu bölümü 2 saatte aldık. Sonra da 30 dakikada Potsdam'a ulaştık.

Potsdamm, 300 yıl önce Prusya Krallığı'nın garnizon şehirlerinden biriyken, Prusya kralları 1. Friedrich ve 2. Friedrich tarafından kültür ve sanat şehri haline getirilmiş. Bir çok saray yaptırılan Potsdam'daki en ünlü saray kralların yaz aylarını geçirdikleri ve avlanmak için kullandıkları Sanssouci Sarayı. 

Potsdam 1990'dan sonra UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi'ne alınmış. Hakikaten korunması gereken yapılar ve doğal güzelliğiyle göz kamaştırıyor.

Neyse, Potsdam ve saraylarla ilgili ansiklopedik bilgi internette bolca var. Merak edenler internetten okuyabilir. Biz kent merkezine girdikten sonra, sağa saptık, bir kez daha sağa döndük, ara sokakta iki karavanın park edebileceği kadar alan bulduk. 

Almanya'nın en sevdiğim tarafı, kentin göbeği olmadıktan sonra park yerlerinin bol ve ücretsiz olması.

Hemen geziye başladık. Gitmek istediğimiz Sanssouci Sarayı hemen yakınımızdaymış. Sarayın bahçesine girdiğimizde Havva Hanım'ın deyimiyle "Babil'in Asma Bahçeleri" gibi bir manzara ile karşılaştık. Sarayın hemen önündeki arazi, kademe kademe teraslanmış ve bu teraslara üzüm bağları kurulmuş. Asmalar gayet bakımlı. Havuzlar, çeşmeler, ağaçlar, çiçekler her şey mükemmel. Saraya, ziyaret saatini geçirdiğimiz için giremedik ama bahçeleri, koruları gezdik. Epeyce de yorulduk.

Saray gezmesinden sonra da kent merkezinde bir tur attık. Burada da bir Türk lokantası (Daha doğrusu dönerci) ile karşılaştık. Ama işin ilginci, lokantanın dışındaki tabelada içkiler sıralanırken, Türk şarabı da listeye dahil edilmiş. Türk şarap üreticileri adına gururlandım.

Sarayın önünde büyükçe bir havuz.

Saray çevresinde parklar, bahçeler, korular... İnsan yeşile doyuyor.



Saanssouci Sarayı.

Gül Hanım, sarayın merdivenlerinde.


Köprünün arkasında havuz, onun arkasında asma terasları, en arkada da saray.


Potsdam, karavancıların da güzergahında.

Potsdam'da karavanları park edecek yer bulmak zor olmadı.

Havuz ve asma terasları


Sarayın hemen yanında çelikten yapılmış kameriye.

Saray bahçesinde ve parklarda heykeller.

Asmaların arkasından sarayın görünüşü.


Koruluklarda yel değirmenleri.


Sokak müzisyenleri ilginç kostümleriyle dikkati çekiyor.

Sarayın önden görünüşü.


Heykelleri seviyorum.



Hiç yorum yok: