Bu Blogda Ara

11 Mayıs 2016 Çarşamba

YANIBAŞIMIZDAKİ UZAK KOMŞUMUZ: İRAN (İKİNCİ BÖLÜM)


22 Nisan 2016 Cuma : İSFAHAN

Yazının üçüncü bölümüne geldik. Dikkatli okurlar fark etmiş olmalı. Gezi Notları'nın başlığı, Yanıbaşımızdaki Uzak Komşumuz: İran olmasına rağmen başlık konusuna henüz girmedik.

Ne demek 
yanıbaşımızdaki uzak komşumuz.

Evet öyle. İran bizimle komşu. Suriye'den sonra en uzun sınırımız İran ile. Tam 529 kilometre ortak sınırımız var İran'la.


Peki komşu olmamıza rağmen neden uzağız birbirimize? Kökeni yüzyıllara uzanan ortak tarihi geçmişimiz var. Kimi zaman savaşmış, kimi zaman dost olmuşuz ama hep yakın olmuşuz daha düne kadar. 

Biliyor musunuz, Türkiye'den sonra en çok Türk'ün yaşadığı ülke hangisi? İran tabii. Kimilerine göre 80 milyonluk İran nüfusunun yüzde 52'si Türk. Bu rakam abartılı olabilir elbette. Diğer yazılı kaynaklara göre de 80 milyonluk İran nüfusunun 25-35 milyonunu Azeri Türkler, Kaşgayi Türkleri, Türkmenler oluşturuyor. 

Cumhuruyet'in ilk yıllarında, Mustafa Kemal Atatürk ile İran Şahı Rıza Pehlevi'nin dostluğu hep bilinir. Atatürk Türkiye'de ulusalcı ve laik bir rejim kurmuştu. Şah da İran'da ulusalcı, laik ve de antikomünist bir rejim inşa etmişti. Bu durum 1 Şubat 1979'da Şah Muhammed Rıza Pehlevi'nin devrilmesine dek sürdü. Anayasal monarşiden şeriat devletine geçilmişti.

İran Şahı Rıza Pehlevi'nin Türkiye ziyaretinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile konuşmasını izlemek için 
BURAYI tıklayınız.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İran Şahı ile

Sonradan İran'daki şeriat rejiminin Türkiye'ye ihraç edilmesi çabalarına tanık olundu. Türkiye'de, başta gazeteci Uğur Mumcu olmak üzere kimi aydınların katledilmesinde İran'ın parmağı olduğu iddiaları gündeme geldi.

Uğur Mumcu'nun katlinden sonra, yüzbinlerce kişi gibi ben de "Mollalar İran'a" sloganı atmıştım. İşe bakar mısınız, sonradan İran'a gitmek için herkesten çok heveskar oldum. Gerçi, bir dönem "Komİnistler Moskova'ya" sloganını atanlar da herkesten önce Moskova'ya akın etmişlerdi. Kimin peşinden gittilerse artık (!)

Her ne olduysa Türkiye-İran ilişkilerine oldu ve komşu iki ülke arasına mesafe girdi. Bu yüzden İran Türkiye'nin hemen yanıbaşında olmasına rağmen uzak komşuları arasında yer alıyor bir süredir.

Bana göre, her iki ülke siyasal ve mezhepsel meseleleri bir yana bırakıp, ekonomi başta olmak üzere, eğitim, bilim ve askeri alanda işbirliğine girse, bölgede çok güçlü bir potansiyel haline gelir.

Neyse, politikaya daha fazla girmeden gezi notlarına dönelim.

Tahran'ı bitirdik. Bugün İsfahan'a doğru yola çıkacağız. Kahvaltımızı yaptık. Resepsiyondan bizim için 20 bin Tümen'e (16 TL) taksi çağırdılar. İsfahan otobüsüne gitmek için Arjantin Meydanı'ndaki şehirlerarası otobüs Terminali'ne gideceğiz. Tahran'da ülkenin güney- kuzey-doğu ya da batısındaki şehirlere gidecek farklı otobüs terminalleri var. İsfahan otobüsleri Arjantin Meydanı'ndaki Beyhagi Bus Terminal'den kalkıyor.

Saat 11.50'de terminaldeydik. Hemen önümüzde 12.00'de hareket edecek otobüs duruyordu. İran'da şehirler arasında sefer yapan farklı firmalar ve farklı kalitede otobüsler olduğunu okumuştuk. Bu otobüste de V.I.P. yazıyordu. Konuştuk, otobüsün rahat olduğunu söylediler Neredeyse yatak haline gelen koltukları ve ayaklarımızı üzerine koyup uzatabileceğimiz ayaklıkları gösterdiler. Deri koltuklar yer yer yıpranmıştı ama fena da değildi. Yaklaşık 6 saat sürecek yolculuk için kişi başı 27 bin 500 Tümen (22 TL) ödedik. Gül'ün otobüs yolculuklarında midesi bulandığı için en öndeki iki koltuğu istedik, boş olmalı ki verdiler. Gündüz yolculuğu yapacak, yolu seyrede seyrede gidecektik.

Saat 12.00'de kalkması gereken otobüs 12.20'de hareket etti. Bu gecikme İran için normalmiş. Otobüsler hep saatinden 20-25 dakika geç hareket edermiş. 20-30 yıl önce Türkiye'de de öyleydi. Şimdi bir düdük çalıyor ve tüm otobüsler tam vaktinde arka arkaya hareket ediyor Türkiye'de.


İsfahan'a gideceğimiz otobüs ve muavini.

İran'da otobüs şoförü ve muavin (host-hostes kavramı yok daha orada) Türkiye'deki gibi özel üniforma giymiyor. Günlük kıyafetleriyle iş başındalar. Muavin, yolculuğun başında bir paket dağıttı. İçinde iki-üç çeşit biskivü ve kek ile meyve suyu olan o kadar. Başkaca servis yok taaa inene dek. Ben içmedim ama sanırım arkada bir dolap var ve dileyen oradan suyunu kendi alıyor. İsfahan-Şiraz otobüsünde de, yolculuğun başında üçü bir arada paketlenmiş bir küçük muz, salatalık ve kividen oluşan bir paket dağıtıldı.

Otobüs Tahran kent merkezinden neredeyse 40 dakikada çıkabildi. Trafik öğle saati olmasına rağmen yoğundu. Şehri çıktık, bir süre gittik sağımızda solumuzda çöl emareleri görünmeye başladı. Daha sonra da tamamen çölün ortasından geçtik.


Kent merkezinden çıkışımız, yoğun trafikte epey zaman aldı.

İran'da otobanlar çok yaygın. Binlerce kilometre otoban var. Gerçi asfalt-zemin kalitesi çok iyi değil. Küçük hendek ve tümsekler arada sırada otobüsü ve yolcuları hoplatıyor. Otobanlar insan ve yaya trafiğinden tamamen arındırılmış da değiller. Azami hız otomobiller için 120 km. Yollarda çok az sayıda akaryakıt istasyonu ve dinlenme tesisi var. 
İsfahan'a Royal Safar (Sanırım otobüsleri en lüx firma bu) firmasıyla gidiyoruz. 3 saat kadar sonra mola verdik. İran'da otobüs mola verdiğinde tüm yolcular inmek zorunda. Otobüs kilitleniyor çünkü. Uykusu olan uyumak istese, ııhh... Saçma bir uygulama.


Otobana çıkmamıza az kaldı. Trafik yoğunluğu azalıyor.

Mola yerinde fast food ile başka yiyecek-içecek üniteleri var. Fena değil ama tuvaletleri temiz sayılmaz. Dinlenme tesisinin hemen dışında duvar kenarına, gölgeye kilimlerini sermiş kadın yolcular, yanlarında getirdikleri yiyecek-içecekleri tükettiler.





İran'da otomobillere de otobüslere de maşin (machine) diyorlar. Küçüklüğümde dedem-ninem de otobüslere makine derdi. 

İsfahan'a 150 kilometre kala lastik patladı. Sürücü hafifçe sendeleyen otobüsü iyice sağa çekti ve gerekli güvenlik önlemlerini almadan tamire giriştiler. Yaklaşık 1 saat sürdü bu durum. Dolayısıyla 6 saatlik yol, 7 saate uzadı. Tahran çıkışındaki kavşaklarda tütsü yapan bir adam ile çocuk vardı. Şoför 3-5 bin Riyal verip de otobüsü tütsületseydi lastik falan patlamazdı. Bir nevi sigorta yani tütsü... Şaka tabii... (Tütsü meselesine 2. bölümde değinmiştim.)

Neyse. İsfahan'a vardık ama gün de bitti bitiyor. Taksiciler etrafımızı sardı. Zafer Bozkaya'nın İran Gezi Rehberi kitabından işaretlediğimiz bir iki otelin adını verdik, taksiciler kitapta adres yazmadığından nerede olduğunu bilemedi veya bilememiş gibi yaptılar. İnternete girip adresini bulalım dedik, internet çok yavaş. Sonunda taksici kendi tanıdığı Safavi Otel'e götürdü bizi. Kayıtlarda 4 yıldız geçiyor ama bence 3 yıldız düzeyinde, Tahran'daki Hafez Otel'den biraz daha iyice. Bize iki ayrı oda gösterildi biri 80 diğeri 60 dolar. 60 dolar olanı tercih ettik. Daha doğrusu 65 Dolar olan odanın fiyatını pazarlıkla 60 Dolara indirdik. Biz giriş işlemlerimizi yaparken, bavullarımızı resepsiyona kadar taşıyan taksi şoförünün, gitmemek için oyalandığını fark ettim. Biz odamıza çıktığımızda, sanırım otelden komisyon aldı. 

Odaya yerleşikten sonra hemen dışarı çıktık. İstikamet, ününü çok duyduğumuz Si-o-Se-Pol köprüsü. Yani 33 sütunlu tarihi köprü. 15 dakika yürüyerek Zayendeh Irmağı'na geldik. Sağa dönüp 15 dakika kadar daha yürüdük ve Si-O-Se-Pol Köprüsü'ne ulaştık.



İsfahan’ı ortadan ikiye ayıran Zayendeh Irmağı üzerinde 6 tarihi köprü bulunuyor. En tanınanı da Si-O-Se-Pol Köprüsü. Farsça 33 sütunlu köprü demekmiş. Bir adı da Allahverdi Han Köprüsü. Köprüyü yapan mimarın adı. 1602 yılında inşa edilen köprü İsfahan'ın simgesi haline gelmiş ama ben Khaju Köprüsü'nü daha çok sevdim. (Neden Khaju'yu daha çok sevdiğimi, bir sonraki bölümde anlatacağım.) Si-O-Se-Pol Köprüsü 300 metre uzunluğunda ve 14 metre genişliğinde.

Zayendeh Irmağı'nın Si-O-Se-Pol Köpüsü'ne yakın kıyılarındaki mesire alanları gece saatinde cıvıl cıvıl. İranlı aileler, yanlarında getirdikleri kilimleri çimlerin üzerine sermiş piknik yapıyorlar. (Mangallı piknik değil.) Nargile içenler, hatta çimlerin üzerine çadır kurup, geceyi burada geçirmeye hazırlananlar var. İran'da parklarda çadır kurup ailece geceyi geçirmek pek yaygınmış.


Gayet güzel ışıklandırılmış tarihi köprüyü yürüyerek geçtik. Karşı tarafta dolandık. Acıkmıştık da. 2 gün üst üste evlere davetli olduğumuzdan kebapçıya gidememiştik. Çevreye bakındık, kebapçı falan yok. Nihayet bir pizzacı gördük. Domino Pizza. Spesiyal pizzalarını yedik, Coca Cola Zero içtik. Yanımızdaki masada oturan ve sevgili olduklarını sandığım genç çift pizzanın yanında alkolsüz bira içtiler. ABD ve kapitalizmin simgesi sayılan Coca Cola ile Pepsi İran'da satılıyor. Ama ne zamandan beri bilemiyorum.

Pizzacının yanında bir de dondurmacı vardı. İki ayrı penceresi var dükkanın. Birinden parayı ödeyip siparişini veriyor; fişini ve sıra numarasını alıyorsun. Diğer pencereden ise sırası gelenin siparişleri teslim ediliyor. Bankalardaki sıra numarası veren numaratörlerden koymuş dondurmacı iyi mi? Buna rağmen de kaldırımda kuyruk oluşmuş. Dondurmacının önüne lüks otomobiller sıralanmış.

 
İran'da gece hayatına daha sonra kısaca değineceğim ama burada şu cümleyi etmeme izin verin. Diskoteklerin, alkollü içki satan mekanların olmadığı İran'da gençler ne yapsın? Ya ev partilerinde geceye akıyorlar, ya da dondurmacı dükkanlarında sıra bekliyorlar. İstanbul'da eskiden sevgililer muhallebicide buluşurlarmış ya, öyle işte.

Dondurmacıda aklım kaldı ama bunu ertesi geceye bırakıp, tekrar köprüyü geldiğimiz yöne doğru geçerek, otele doğru yürüdük. Gece vakti olmasına rağmen Zayendeh ırmağı kenarı hala cıvıl cıvıl. 15 dakika yürüyüp, ırmağa dik inen caddeye sapınca ortalık biraz sakinleşti. Hatta epeyce tenhalaştı. Gül tedirgin oldu. Ama İran'ın hırsızlık-kapkaç gibi suçlar bakımından Türkiye'den güvenli olduğunu okumuştum. Gerçi Tahran'dan İsfahan'a gitmeden İranlı dostlarımız İsfahan'da daha dikkatli olmamızı tembihlemişlerdi.

Neyse; tenha caddedeki yürüyüşümüz de bitti ve Hotel Safavi'ye ulaştık. 7 saatlik otobüs yolculuğunun ardından Si-O-Se-Pol ve çevresindeki 4 saatlik gezinti bizi yormuştu. Odamıza çıktık ve uyuduk.

Not 1: Sırası gelmişken İran'a seyahat planlayıp, güvenlik endişesiyle erteleyenlere mesajım olacak. İran'da endişe edecek hiç bir şey yok arkadaşlar. Hırsızlık-kapkaç, cinayet ve benzeri kriminal olaylar bakımından İran Türkiye'den; bana kalırsa bir çok Avrupa ülkesinden daha güvenli. Tek dikkat etmeniz gereken, trafik ve hava kirliliği... Ama siz yine de benim gibi tedbiri elden bırakmayın. Paranızı bir kaç cebe bölün. Çalınırsa hiç olmazsa bir bölümünü kurtarmış olursunuz.


Not 2: İran'da döviz büroları var. Sarraf deniyor bu ofislere. Dolar, Euro ve TL bozdurabilirsiniz. Bazı işyerleri Riyal yerine doğrudan Dolar, Euro ve TL de kabul edebilir.

İran'e seyahat etmek isteyenler için bir not daha: İran'a seyahat edebilmeniz için sahip olmanız gereken tek şey pasaport. Hangi renk olursa olsun, İran Türk vatandaşlarına vize uygulamıyor. Havaalanındaki pasaport polisleri de Avrupa ülkeleri, özellikle de Alman pasaport polisleri gibi suratsız değil. Hemen damgayı basıyorlar.  Yani Tahran'a, Türkiye'den herhangi bir şehirden bir diğerine gider gibi gidebilirsiniz,. Uçak seçeneğinin yanı sıra, İstanbul'dan otobüs ve tren seferleri de var.


Not 4:  Turlarla gitmek yerine bizim gibi bireysel seyahati tercih ederseniz, İran Gezi Rehberi kitabından ya da internetten bulduğunuz otellerden rezervasyon yaptırabilirsiniz. İngilizce bilmiyorsanız dahi, resepsiyonda Türkçe bilen birini bulmanız büyük ihtimal. Otel rezervasyonu yaptırmadan İran'a gittiyseniz de meraklanmanıza gerek yok. Dışarıda kalmazsınız. Hiç bir şey olmasa da yolda, parkta karşılaştığınız İranlılardan biri mutlaka size "Hadi bize gidelim. Bizim konağımız olun"diyecektir. İranlıların "konakseverlikleri", Türk konukseverliğinden çok çok ileride.

İşte Elaha Hanım ile Nida... Çay içerken tanıştık, 1 ya da 1,5 saat sonra evlerindeydik.
Bizde kalın diye ısrar ettiler ama otelimiz vardı, gerek görmedik.


Kadınlara özel not: İran'a yalnız gitmek isteyen kadınların da çekinmesine gerek yok. Onlar da başlarına herhangi bir şey gelmeden, İran kentlerini dilediklerince dolaşabilirler. Kadınların tek yapması gereken, başlarını örtmek (Tamamen değil, yarım yeterli) ve ayaklarına pantolon giyip, kalçalarını örtecek tunik veya uzun gömlek türü bir şeyler giymek olacak. Haa, kadınlar kısa kollu değil, uzun kollu giymeli. Erkekler için uzun kol aranmıyor artık. Kısa kollu tişört ve gömlekle gezilebilir. Ama erkekler şort ve kapri türü şeyler giyemiyor.  Sanıldığı gibi İran'da kadınların tamamı kara çarşaf giymiyor. Çarşıda, pazarda gördüğümüz kadırların yarısı, belki de yarıdan daha azı çarşaf giyiyor. O çarşaf da Türkiye'deki kara çarşaflar gibi değil. Kadınların yüzü tamamen açık. Hatta boyunları da.

Evet. İran'da kadınlar başlarını örtmek zorunda. İnançları gereği başını örten, ya da çarşaf giyenlere sözüm yok. Ama başını zoraki örten İran kadınları bu zarurete bir şekilde çözüm bulmuş. Dini bir simgesi olan başörtüsü denilen kumaşı öyle cilveli, öyle fettan, öyle esrik ve öyle isyankar kullanıyorlar ki, başörtüsü, şeriatî bir zorunluluk olmaktan, örtenin kadınsılığını ortaya çıkartan bir nesneye dönüşüveriyor.

Ve artık İran'da böşürtüsü giderek küçülüyor. Hatta hatta, başörtüsü mecburiyetine isyan eden kadınlar, sosyal medyada bir hareket de başlattılar. Twitter'de başlayan isyan hareketi giderek yayılıyor. Bu konuyu sonraki bölümlerde işleyeceğim ve ilginç fotoğraflar koyacağım.

İran'da başını örtmüş bir kadın. Muhtemelen turist ama bu tarz örtünmeye pek ses çıkartan yok.

Tarzları gayet modern ve şık değil mi? Başörtüsünü yakıştıran da iyi yakıştırıyor.


İran'da başörtülü bir kadın


İran'da çarşaflı bir kadın. Ayaktaki pantolona dikkat.

Beşinci Not: Suç, şeriat falan derken aklıma geldi. İran'da eğer tesadüf edersek, idam cezalarının infazını görmek istiyordum. Bu, pek çok kişiye itici gelebilir. Ama gazetecilik dürtülerim, böyle bir olaya tanıklık etmem için beni ikna ediyordu. Ama maalesef böyle bir olaya tanıklık etmem mümkün değilmiş. İdamlar öyle uluorta meydanlarda yapılmıyormuş. Cezaevi avlularında yapılıyormuş. Peki ya gazetelerde gördüğüm fotoğraflara ne demeli. Bir sürü insan kadın-erkek idamları izliyor. Onlar, suça maruz kalanların yakınları imiş. Fotoğrafları da devlet görevlileri çekip servis ediyormuş ki, ibret alınsın.




Haa, İran'da bir çok suçun cezası da hafifletilmiş. Mesela alkol kullanmanın cezası önceden kırbaçlanmak iken şimdi para cezası veriliyormuş.


Altıncı not: 
Bunu Tahran'daki Zehra Hanım bize aktardı. İran ceza kanunlarına göre, birisi evinize hırsızlık veya başka kötü niyetle girmiş olsa dahi, size fiziki bir saldırıda bulunmadıkça, ona saldırmanız veya öldürmeniz halinde ev sahibi olarak siz suçlu oluyorsunuz. Türkiye'de bu biraz daha farklı sanırım. Mesela hırsızı salonda öldürürseniz suçlu oluyorsunuz ama yatak odanızda öldürürseniz nefs-i müdafadan ötürü ceza almıyorsunuz.
 
23 Nisan Cumartesi: İSFAHAN

Sabah kahvaltıdan sonra, İmam Humeyni Meydanı'na (Nakş-ı Cihan) gitmek üzere yola çıktık. Meydan otelimize yürüme mesafesinde. Nakş-ı Cihan Meydanı (Cihanın nakşı, dünyanın nakşı) iken 1979'daki devrimden sonra adı İmam Humeyni olmuş.

İmam Humeyni Meydanı'nın hemen dibinde küçücük bir kafe: Tabelasına
bakar mısınız: Since 1804 yazıyor. Tam 212 senelik cafe... İnanılmaz.

Bu meydanın dünyanın en büyük meydanı olduğu iddia ediliyor. 1612 yılında 1. Şah Abbas tarafından yaptırılan bu meydan 512 metre uzunluğunda ve 163 metre enindeymiş.

Hakikaten, objektifim geniş açılı olmasına rağmen meydanın tamamını bir fotoğraf karesine sığdırmakta 
güçlük çektim. Burası Moskova'daki Kızıl Meydan'ın iki katı kadarmış. Meydanda 10-15 kadar fayton, müşteri buldukça tur atıyor. Bu faytonlar aynı 1975'ten önce Antalya'da şehir içi ulaşımda kullanılan faytonlara benziyor.


Meydanda faytonlarla gezinti yapabilirsiniz. Gereken tedbir alınmış ve
meydan at pisliği kokmuyor.



Meydan hakikaten kocaman: Türkiye'de niye böyle meydanlar  yok?


Meydan 400 yıl önce polo oynamak için yapılmış. İmparator oyunu, meydana
tam hakim Ali Qapu (Ali Kapı-Yüce Kapı) adı verilen saraydan izlermiş.

Geniş meydanın çevresinde bir kapısı meydana, diğer kapısı iç koridora açılan yüzlerce küçük dükkandan oluşanr çarşı var. El sanatı atölyeleri, turistik eşya satan dükkanlar, halıcılar, sedefçiler, kilimciler, bir kaç sanat galerisi, koridora açılan bir kaç da küçük avlu var. Meydan ve çarşıyla ilgili Zafer Bozkaya'nın İran Gezi Rehberi'nde ilginç bilgi ve anekdotlar var. Bu yazıyı Gezi Rehberi tarzında planlamadığım için, tarihi, turistik yerler hakkında ayrıntılı bilgi vermek yerine, gözlemlerimi ve yaşadıklarımı aktarmak istiyorum.








Bizi buraya almadılar. Sanırım özel bir ibadet ya da tören vardı.
Gül Hanım'ın arayıp da bulamadığı bir çarşı. Renkli mi renkli. Derken küçük bir hediyelik eşya dükkanının sahibiyle tanıştık. Azeri Türkü. Kısa sohbetten sonra, bir şey satın alacaksanız pazarlıkta ben yardım ederim dedi. Ben olmazsam da ne fiyat isterlerse en az 20 faiz indirin dedi.



Tam da onun dükkanının karşısında 
gümüş saat, bileklik vs satan bir dükkana ilişti gözü Gül Hanım'ın. Önce bir, sonra iki gümüş saat beğendi. Biri kendine, diğeri Kızımız Gülden Deniz için. Az önce tanıştığımız Azeri arkadaşı çağırdık, onun yardımıyla pazarlık yaparak ve istedikleri fiyatın yaklaşık yüzde 65'ine saatleri satın aldık. Saatin birinin kordonu kısaltılacak, diğerinin pili değiştirilecekti. 15-20 dakika sonra tekrar gelmek üzere dükkandan ayrıldık.


Çayımız geldi ve tepsiyle ortaya konuldu.



Çayın yanında getirilen nebat şeker

Bu arada, çarşının içinden girilen küçük bir avludaki çayhaneyi gördük. Tahta sıraların üzerine oturduk, çay söyledik. Bir de Hollandalı çift vardı, onlar kahve içiyordu. Biraz sonra porselen demlikte ama demlik poşeti sarkıtılmış çay geldi. Saplı bardaklar, kıtlama şeker ve ayrıca nebat şeker. İran seyahatimiz boyunca şöyle, demleme güzel bir çay içmek kısmet olmadı nedense.


Bu fotoğrafa bakıp da, adamı iki eşli sanmayın. Muhtemelen sağdaki zayıf olan kızı.

Not 1: Faiz sözcüğü İran'da oran anlamında kullanılıyor. 20 faiz %20 demek.
Pazarı gezdik, bazı bölümlerde, bakır işlemeler yapan atölyeler vardı. Tık... tık... tık... tık...  sesleri çarşıyı çınlatıyor. Sadece erkek değil, kadın ustalar da ellerinde çekiç, sürekli bakır işliyor. Bir kadın ustadan izin istedim görüntü ve fotoğraf çektim.

Bakır işleme ustası kadının çalışmasını izlemek için BURAYI tıklayınız



Kadın usta büyük bir maharetle çekicini kullanıyor. tıktık da tıktık...
Çarşıda yürürken bir Türk turist grubuyla karşılaştık. Rehber onları saat 17.00'ye kadar serbest bırakmış, çarşıda geziyorlar. Bireysel olarak geldiğimizi ve yalnız gezdiğimizi duyunca şaşırdılar. Şaşıracak bir şey yok aslında. İran zor bir ülke değil.
Bu arada, çarşıda gördüğümüz Bastani Restaurant'ta yemek için vakit geçirdik. Oyalandık. Ve acıktıktan sonra dışarıdan adeta küçük bir müze görüntüsü veren restauranta girdik. Geleneksel İran yemeklerini tadacağımızı umduk.

Restaurantın dekoru hakikaten güzel.


Ve restaurant adeta küçük bir müze gibi.


Restaurantın iç avlusunun ortasında küçük bir havuz ve havuzun etrafında
çok sayıda küçük taht. Ayakkabıları çıkartıp bağdaş kuruyorsun. Yere kağıt
sofra bezi seriliyor. Ve yemeğini sofra bezinin üzerinde yiyorsun.


Menünün en üstünde yer alan Şişlik istedik. Bildiğimiz pirzola imiş. Kuzu değil de danaydı sanki. Ya da 
koyun falan. Pirzolanın yanında yine safranlı bol pilav geldi. Ayrıca alkolsüz bira istemiştim, ama alkollü biranın tadını vermekten çoook uzak.

Menüdeki fiyatları 12.500'e bölünce TL karşılığını bulabilirsiniz.


Yemeğimizi bitirir bitirmez önümüze konulan adisyon. Hesabı
lokanta girişindeki resepsiyon tarzı deske ödüyorsunuz. 

Yemeğe diyeceğim yok. Ama daha yemek henüz bitmişti ki, ellerimizi yıkamak için lavaboya bile gitmeden hesap pusulasını önümüze getirip, koymaları pek yakışıksızdı. Garsona yemeğin üzerine çay içeceğimizi, biraz dinleneceğimizi, hesap için acele etmemelerini söyledim.
Garson abi çay bizde bilmem ne kadar,  burada içmeyin demez mi? Türkiye'nin gözünü seveyim. 

Lokanya gelmiş kadınlar fotoğraf çektirme talebimizi geri çevirmedi.


Yemeğin yanında aldığımız alkolsüz bira.


Şişlik (Pirzola) safranlı pilav. 1 kişilik yemekle iki kişi doyabilir.


Komşu masaya ziyarete gittik :)
İnternette ya da başka kaynaklarda İran mutfağı ve kebapları üzerine methiyeler dizilen yazıları çok ciddiye almayın. Tamam kötü değil ama Adana, Hatay ya da Gaziantep'te kebap yedikten sonra İran'da hüsrana uğrayabilirsiniz.


Sanırım 1. Bölümde söz etmiştim. İran'da parklarda meydanlarda
çok sayıda heykel var.


İmam Meydanı ve yanındaki çarşının bir avlusu


İmam Meydanı'nın ortasında, isteyenlere ücretsiz diyabet (şeker) testi yapılıyor.


İsfahan'da geniş, ağaçlı caddeler.


Çarşının meydana bakan tarafı.


İran'da bisiklet ulaşım amaçlı olarak seyrek kullanılıyor ama bisiklet
sporu yapanların çok olduğunu biliyorum.


İran'da dağcılık ve trekking ise çok yaygın. Tahran yakınlarındaki
Damavend Dağı bir çok ülkeden dağcıları konuk ediyor.

Bu arada, ertesi gün akşam Şiraz'a otobüsle gideceğiz. Hem otobüs bileti, hem de Şiraz'dan Tahran'a iç hat uçak bileti alacağız. Abbasi Hotel karşısında İran Travel'e gitmemizi önerdiler. Tam çarşıdan çıkarken bir halıcı Türkçe selam verdi, çay içmeye davet etti. Adı Hüseyin Peygamberi, büyükçe bir halı mağazası var. Türk sandık ama Farsi imiş. İstanbul Kapalıçarşı'da 10 yıl kadar halıcılık yapmış. Çok iyi Türkçe konuşuyor.

Uçak bileti almaya gittiğimizi, dönüşte çayını içmeye geleceğimizi söyledik. Yürüyerek ve sora 
sora Abbasi Hotel'i bulduk. Karşısındaki İran Travel'e gireceğiz diye bitişikteki İran Air'e girmişiz. Mesele değil. Zaten bu şirketin uçak biletini alacağız. Uçuşa 2-3 gün kaldığı için biletler biraz tuzluya geldi ama Şiraz-Tahran arasındaki 900 kilometrelik yolu, otoban da olsa, otobüsle 14-16 saatte gitmek çok zor ve zaman kaybı olacaktı. Uçak biletine bir kişi için 235 TL ödedik. Önceden alınabilseydi, çok ucuza alma imkanı varmış.
Uçak biletinden sonra otobüs bileti sorduk, yandaki İran Travel'i gösterdiler. Acentedeki kadın görevli bize gereken bilgileri verdi ve bilet ücretinin 27 bin 500 Tümen olduğunu ve yarın gece 00.00'da otobüs bulunduğunu söyledi. Kavel isimli Otobüs Terminali'nden Royal Safar isimli otobüs firmasıyla gidebileceğimizi belirtti. Nedense otobüs bileti almayı bir sonraki güne bıraktık ama kadın görevli bize terminalin ismi, firmanın ismi gibi bilgileri hem Latin, hem Fars alfabesi ile küçük bir kağıda yazıp verdi ki, zorluk çekmeyelim.
Not 2: Bizim Arap Alfabesi olarak tanıdığımız alfabeye İranlılar Fars Alfabesi diyorlar ve Arap Alfabesi tanımının kullanılmasından hoşlanmıyorlar. Fars alfabesinde Arap alfabesinden 3 harf daha fazla varmış. Bizim "Eski yazı" dediğimiz Osmanlı alfabesi de aslında Arap alfabesine değil, Fars alfabesine benziyormuş. Tabii her ikisinin de kökeni aslında Arap alfabesine dayanıyor.
Not 3: Fars, Arap derken önemli bir konuya dikkatinizi çekeceğim... Arkadaşlar, İranlılar Arap değil... Türkiye'de her nedense çok sayıda kişi İranlılar'ı Arap sanıyor. Değil... Araplar farklı bir ırk, İranlılar farklı. İran'da yaşayanların büyük çoğunluğu Fars'tır. Osmanlı döneminde İranlılara (Acem) denirmiş. Hah işte, Acemler'in Araplarla ilgisi yok. Fars'ların kökeni Pars (Pers) sözcüğünden geliyor ve zamanla bozularak Fars'a dönüşmüş. Avrupa ülkelerine gittiğimizde biz Türkler'i de Arap sananlara ifrit olmuşumdur. İranlılar da kendilerine 
Arap denilmesine ifrit oluyor.Ayrıca 80 milyonluk İran'da 25-35 milyon arası Azeri Türkü yaşıyor. Onlar da Arap değil. Türk onlan Türk... Türkmenler, Kaşgayı Türkleri'ni de katın. Ayrıca Kürtler de var.
Evet. Uçak biletimizi aldık, otobüs ile ilgili de bilgi edindik.
Tekrar yürüyerek İmam Humeyni Meydanı'na gittik ve bizi çaya davet eden halıcı Hüseyin Peygamberi'nin dükkanına oturduk. Çaylarımız geldi. İran'da çayın yanında bizdeki kesme şekerden farklı olarak, Erzurumlular'ın kıtlama dediği şekere benzer kaba şeker veriliyor. Biz çayımızı yıllardır şekersiz içeriz. Ama sehpada ayrıca, hardal rengine yakın bir renkte, patates cipsi inceliğinde ama patates cipsinden biraz daha küçük, akide şekeri tadında bir şeker vardı. Diyabetimi falan unuttum, 6-7 tane yedim.


İmam Meydanı'na farklı açıdan bakış ve İran polisinin ekip otoları.


Gözümüz bakırlarda mı kaldı ne?


İşte bu masa örtülerinden ikisi valizimize girdi.


Ali Qapu Sarayı girişi
Şekerleri yerken, sohbet de tatlandı. İran ve Türkiye turizmi, ABD, Rusya, Türkiye ve Suriye politikası, Türkiye'nin Rus savaş uçağını düşürmesi, ticaret, yatırım, İran'da yatırım imkanları dahil pek çok konuyu konuştuk. Peygamberi, Türkiye'nin Rus uçağını düşürmesi yüzünden, Türkiye'de pek çok esnafın iflas noktasına geldiğini, Recep Tayyip Erdoğan'ın Putin'den özür dilemesi gerektiğini söyledi.


Hüseyin Peygamberi'nin halıcı dükkanı
İran turizmi konusuna da değinen Peygamberi, Antalya esnafının kullandığı tabirle "kalitesiz turist" istemediklerini, "Öyle ağzı, burnu küpeli, sırt çantalı turist istemiyoruz" dedi. İran'da otellerin çok pahalı olmasına işaret ederek, İran'da otel yatırımının çok karlı olabileceğini  anlattı.
Dükkanının hemen yanındaki Firuze Otel'e götürdü bizi. Görevliye rica etti bir odasını gösterdi. Odalar gayet güzel ve İmam Humeyni Meydanı'nın hemen 10 metre yakınında ve fiyatlar 50-80 dolar civarı. Lokasyon ve otelin temizliği dikkate alındığında, mesela bizim kaldığımız Hotel Safavi'den daha iyi gibi.
Hüseyin Peygamberi ile sohbet ettik, bazı görüşlerine katılmadık. Meydanı bir kez daha dolaştık ve  taksiye 15 bin Tümen ödeyerek Khaju köprüsü'ne gittik.


Bu köprüde sokak sanatçılarının şarkılar söylediğini okumuştuk. Merakımız bu yüzdendi. Tam  oldu. Işıklandırılmış tarihi köprünün altı, kubbe odalar halindeydi. Sesine güvenen, kendini göstermek isteyen genci-yaşlısı amatör sanatçılar sırayla şarkı söylüyorlardı. Sesleri gayet de güzel. Enstrüman yok ama eksikliğini de hissettirmiyorlar. Şarkıların nakarat bölümüne izleyiciler de katılıyor. Tam bir şenlik.  Hatta bir ara İbrahim Tatlıses'in mavi mavi masmavi türküsünü Farsça söylediler.

İşte Khaju Köprüsü. Gece başka güzel.


Köprü gündüz başka güzel. Hem köprü, hem de nehirden akan suyu
regüle ediyor. Merdiven gibi basamaklarda da insanlar oturuyor


Köprünün alt katı da işte böyle iç içe geçmiş odalar dolu. Akşam bu gözlerden
biri mutlaka sokak şarkıcılarının konserine ev sahipliği yapacak


Tam da o günlerde, Esfahan Haftası dolayısıyla köprünün üst kısmı
kapalıydı. Ve bu durum turistlere izah ediliyor
.

Khaju Köprüsü'nü Si-O-Se-Pol Köprüsü'nden daha çok sevmemin nedeni işte bu. Si-O-Se-Pol mimari açıdan daha görkemli ve daha ünlü olabilir ama Khaju diğerine göre daha canlı, yaşayan, eğlenceli bir köprü. İranlı sokak şarkıcılarını dinlemek, İran popüler müziğini dinlemek istiyorsanız mutlaka bir akşamınızı burada geçirin. Şarkıcılardan bazıları seslerini öyle güzel kullanıyor ki, sanki profesyonel bir opera sanatçısı var karşınızda. 



İşte konser başladı.
Konser görüntüsünü izlemek için BURAYI tıklayınız

2. konser görüntüsünü izlemek için BURAYI tıklayınız

Uzun süre sokak 
sanatçılarının şarkılarını dinledik. Sonra yürüyerek köprünün karşısına geçtik. Irmağın diğer yakasını takip ederek ve iki köprü daha geçtikten sonra Si-O-Se-Pol Köprüsü'ne kadar yürüdük. Buralarda biraz daha gezindik. Köprü çevresi yine kalabalıktı. Yine piknik yapanlar, uzanıp yatanlar vardı. Taksiye binelim mi, binmeyelim mi, kararsızlığıyla yürürken, otelin yolunu yarılamıştık bile. Gül aynı caddede yürümekten bu kez endişelenmedi ve sanki yol daha kısa sürede bitti. 


Khaju ve Si-O-Se-Pol Köprüsü arasında bir başka köprü.
Işıklandırılmış.


Yine çok yorulduk. Hemen yatıp uyumak gerek. Yarın sabah otelden çıkış yapıp, valizlerimizi otele emanete 
bırakacağız. Akşama kadar gezdikten sonra da gece yarısı Şiraz otobüsüne bineceğiz... Bugün de bitti.

Not 4: İran'da İbrahim Tatlıses çok tanınıyor. Ardından Sibel Can, Ebru Gündeş, Mahsun Kırmızıgül'ün 
isimleri söyleniyor. Elbette İran'da Türk televizyonlarının çok izlenmesi bunda etken.
Not 5: İran'da Türk televizyonları çok izleniyor dedim ya... Aslında İran'da çanak anten/uydu anten kullanmak yasak. Hatta bir kaç yıl önce karavanıyla İran'a giden bir arkadaşımın karavanının üzerindeki Neta uydu anteni söktürmüşler, İran'a girişine öyle izin vermişlerdi. Ama bu yasak da çoktaaan delinmiş ve yok hükmünde kalmış. Ne diyor eskiler bu duruma? Hatırladım: Keenlemyekûn...

Hemen her evin çatısında 
çanak antenler kabak gibi ortada. Sözümona yasak ama müeyyidesi yok demek ki... Ya da göz yumuyorlar. Bu nedenle, geçtiğimiz yıllarda Muhteşem Yüzyıl, Fatmagül'ün Suçu Ne, günümüzde de popüler olan tüm dizilerin yanı sıra evlilik programları ilgiyle izleniyor İran'da. İran'da Azeri Türkler'in yanı sıra, pek çok Farsi'nin de Türkçe konuşuyor olabilmesi biraz da Türk televizyonları sayesinde.


İşte o dondurmacı. Güzel meyveli dondurmaları var.


Si-O-Se-Pol Köprüsü...


Caddelerdeki büyük ışıklı tabelalarda (Megalight) reklamlar...


Çocuklar yaşadı. İsfahan'a sirk gelmiş...

BEŞİNCİ BÖLÜMDE ÇOK İLGİNÇ BİR OLAYA TANIKLIĞIMIZI YAZACAĞIM.
TAKİP EDİN LÜTFEN!
BEŞİNCİ BÖLÜM'ü okumak için BURAYI tıklayınız.

Hiç yorum yok: